İlâhî! Sevdir Bize Sevdiklerini…

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.”

Bir bedevi Rasûlullah’a (sas) kıyametin ne zaman kopacağını sordu. Rasûlullah (s.a.s) da “Kıyamet için ne hazırladın?” diye bir soruyla karşılık verdi. Adam, öyle fazla bir namazının, orucunun, sadakasının bulunmadığını fakat Allah’ı ve Rasûlü’nü sevdiğini söyleyince, Allah’ın elçisi ona:

“O halde sen, sevdiğinle berabersin.” buyurdu. [1]

Enes b. Mâlik (ra) bu hadis hakkında: “ İslâm’a girerken duyduğumuz sevinçten sonra bizi en çok Hz. Peygamber’in (s.a.s), ‘Sen sevdiğinle berabersin.’ sözü, mutlu etmişti.’’ Ben, Allah’ı, Rasûlü’nü, Ebû Bekir’i ve Ömer’i severim. Onların hayır işlerine benzer hayır ve ibadetlerim olmasa bile, onlara olan sevgim sebebiyle ahirette onlarla beraber olmayı umarım.” demiştir.

Sevdiklerimizi yanımızda görememek, onlardan uzak kalmak ve bir daha hiç göremeyecek olmak; hayatımızı bırakın, rüya ve hayal âleminde bile gerçekleşse bizleri rahatsız eder. Bu durum, bizim için bir kederdir. Bir gariplik çöker, bizi bir keyifsizlik alıp gider. Ancak sevdiklerimizle, dostlarımızla mutlu olabiliriz. Onlarla olmak bize büyük bir haz verir. Bu dünyada bile hırsızlar, katiller, sapıklar, sarhoşlar, yankesiciler, soyguncularla beraber olmak istemeyiz. Aynı apartmanda dahi oturmak sıkıntı verir, iyi ve temiz insanları ararız.

Sahabilerden olan bu zat, kıyametin ne zaman kopacağını bileceği düşüncesiyle Efendimize (s.a.s) sorduğunda Hz. Peygamber “Kıyamet için ne hazırladın?” diye karşı soru yönelterek asıl merak edilmesi gereken konuya dikkati çekmektedir. Her mü’min iman eder ki, kıyamet bir gün kopacaktır. Vuku zamanındaki o belirsizlik merakı körükler ve kul ne zaman kopacağının bilgisine ulaşmak ister. Ancak önemli olan herkesin o gün için ne hazırladığının bilincinde olmasıdır. Bedevînin, zikre değer bir hazırlığının bulunmadığını, farzlar dışında fazlaca bir  ibadetinin, hayır ve hasenatının olmadığını, ancak Allah’a ve Rasûlü ’ne karşı derin bir muhabbet ve sevgi duyduğunu söylemesi, bir samimiyetin  ifadesi ve gönlündeki bu sevgiye güvenin belirtisidir. “Sen, sevdiğinle berabersin.” cevabı ise gerçekten güvenilecek şeyin, gönülden duyulan sevgi olduğunu gözler önüne sermektedir.

Kişinin hem dünyada hem de ahirette sevdikleriyle beraber olması, Allah’ın kullarına büyük bir lütfudur. Bir kimsenin feraseti tamamen yok olmamışsa o, kötü kimselerle arkadaşlık etmenin bu dünyada zararlı olduğunu bilir ve ahirette de onları aynı akıbetin beklediğini fark eder. Bu nedenle iyi kimseler, bu dünyada sürekli doğrularla arkadaşlık ve dostluk kurmak isterler. Ahirette de o doğrularla birlikte olmak için dua ederler. Akıllı bir kul da bunu ister.

Bu hadisi şerifte, gücü yettiğince Allah Rasûlü’ne bağlanmaya ve onu sevmeye teşvik vardır. Allah Teâlâ’yı ve sevdiği kullarını sevenler, Rabbimizin izniyle son nefeste iman üzere ölürler ve mahşer yerinde de sevdiklerinin yanında haşr olup, ahiret hayatında onlarla beraber olurlar. Bunun için de, kimi sevip kimi sevmeyeceğimize, dostlarımızın kimler olduğuna azami derecede dikkat etmemiz gerekir.

Bir sahabi Allah Rasûlü’ne gelmiş ve dünyayı kendisine dar eden şu endişesini dile getirmiştir: “Ey Allah’ın Elçisi! Ben seni kendimden ve çocuklarımdan daha çok seviyorum. Evimde iken seni hatırlıyor, hasretine dayanamadığım için hemen gelip görüyor, yüzüne bakıyorum. Senin ve benim ölümümü düşündüm de sen öldüğünde ve cennete girdiğinde peygamberlere mahsus yüce makamlarda bulunacaksın. Ben ise cennete girdiğimde seni göremeyeceğimden korkuyorum!” Hz. Peygamber (s.a.s) bu sözlere cevap vermeden Cebrail (as) gelmiş, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edenlerin cennette kimlerle beraber olacaklarını bildiren Nisa Sûresi 69-70. ayetleri vahyetmiştir.

“Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberler, sıddıklar (doğrular), şehitler ve salihler (iyi adamlar) ile beraberdir. Onlar ne iyi arkadaştırlar! Bu Allah’tan bir nimettir. Her şeyi hakkıyla bilen olarak Allah yeter.”

Aynı yerde veya mecliste bulunan insanlar, beraberdirler ama manevi değerleri farklı farklıdır. Hz. Peygamber’i sevdiği için onunla beraber olacağı  belirtilen kimse, Peygamber (s.a.s) ile aynı seviyede olacak demek değildir. Ama onunla  cennette bulunma ve onu görebilme imkânına sahip olacak demektir. Ahirette ve cennette sevdiklerimizle beraber olmamız, onlarla aynı makamda bulunmamızı gerektirmez. Farklı makamlarda bulunduğumuz halde sevdiklerimizle beraber olabilmemiz mümkündür. Aynı bahçede farklı görme ve işitme yeteneklerine sahip olan dostlar, yetenek farklılıklarından dolayı zevklerinin de farklı olmasına rağmen bir yerde ve beraber bulunmaları mümkündür. Bu, dünyada mümkün ve vakidir; cennette de mümkün ve vaki olacaktır. Dost dostuyla beraber bulunduğu halde her biri farklı makamlarda, farklı zevk ve safa içinde bulunabilecektir.[2]

Âlimlerimizin de belirttiği gibi bu hadisi, zaman ve mekâna sıkıştırarak anlamamak gerekir. Ahiret dostumuz, aynı zaman ve mekânı paylaştığımız kimseler olabileceği gibi farklı zaman ve mekânlarda yaşayan kimseler de olabilir.

Ülkemizde son yıllarda içtimaî ve kültürel değişmeler yaşanmaktadır. Değişen dünyamızda toplumumuzun çoğunluğunu oluşturan gençlerimiz de değer yargılarındaki hızlı değişim sonucu kimi arkadaş seçeceği konusunda şaşırıp kalmıştır. Ahiret yolculuğuna beraber çıkacağı dostlar yerine dünya hayatını gayesiz yaşayacağı kişileri dost edinmektedir. Hâlbuki hiçbir günaha arkadaş hatırına girilmemelidir. Arkadaş; kişinin kim olduğunun, nasıl bir yaşam sürdüğünün, nasıl bir ruh hâli içerisinde bulunduğunun en büyük ispatıdır. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu: “İnsan, dostunun yaşayış tarzından etkilenir. O halde her biriniz  dost edineceği kişiye dikkat etsin!”[3]  

Allah ve Rasûlü’nün razı olduğu insanlarla dostluk yapıp, mutluluk içerisinde mi olacağız, yoksa yanlış yollara sapıp dünya ve ahiretimizi sıkıntıya mı uğratacağız? İman eden kimseler, ahirette kimlerle beraber olmak istediklerine karar vermelidir. Bir kimse ibadetlerini yapmakla beraber Allah Teâlâ’nın sevmediklerini severse, Nemrutları ve Ebû Cehîlleri severse, ahirette de onlarla beraber olur. Peygamber Efendimizi (s.a.s) sevmeyeni sevemeyiz. Çünkü iki zıt sevgi bir arada olamaz.

Son devrin büyük âlim ve müfessirlerinden Elmalılı M. Hamdi Yazır, yazdığı tefsirine çok hoş münâcât ve tazarru cümleleriyle başlıyor. Yazımıza bu duanın bir bölümüyle son verelim. Elmalılı merhum şöyle yalvarıyor ve biz de bütün samimiyetimizle bu duaya iştirak ediyoruz:

“İlâhî! Sen sevdirmezsen, ben sevemem. Sevdir bize hep sevdiklerini. Yerdir bize hep yerdiklerini. Yâr et bize erdirdiklerini. Sevdin Habibini, kâinata sevdirdin. Sevdin de hıl‘at-i risâleti giydirdin. Makâm-ı İbrâhim’den Makâm-ı Mahmûd’a erdirdin. Server-i asfiyâ kıldın. Hâtem-i enbiya kıldın. Muhammed Mustafâ kıldın.

Salât ü selâm, tahiyyat ü ikrâm, her türlü ihtirâm ona, onun âline, ashâbına ve etbâına yâ Râb!”[4]


[1]- Buhari, Fezailü Ashabi’n-Nebi 6; Müslim, Birr 161,163.

[2]-Bedîü’z-Zaman Said-i Nursî, Sözler, s. 460.

[3]-Ebû Dâvûd, Edeb 16; Tirmizî, Zühd 45.

[4]-Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.I, s. 1.

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.