Ben Allah’tan Korkarım
وَرَجُلٌ دَعَتْهُ امْرَأَةٌ ذَاتُ مَنْصِبٍ وَجَمَالٍ ، فَقَالَ : إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ
“…Güzel ve mevki sahibi bir kadının davetine “Ben Allah’tan korkarım.” diye yaklaşmayan erkek…”[1]
İnsan nefsi, istek ve arzularla donatılmıştır. Kadının erkeğe, erkeğin kadına olan meyli, helal olan güzelliklerin oluşmasına neden olduğu gibi haramların oluşmasına da neden olmaktadır. İslâm, iki cins arasında ilişkinin kurulmasına, belli ölçüler dâhilinde müsaade etmiştir. Evlilik yoluyla, aile bağının kurulmasına izin vermiş; bunun dışındakileri haram kılmıştır. İnsanın düşmanı olan şeytan ve onun yandaşları, kadın ve erkeğin birbirine olan arzu ve isteğini kullanıp onları haram olan fiiliyatlara yönlendirerek Allah Teâlâ’ya isyan ettirmeyi ister. İman ve akıl sahibi Müslüman kadın ve erkeğin bu konuda çok dikkatli ve uyanık olması gerekir.
Bir erkek için gençlik, güzellik, servet gibi her türlü cazibe unsuruna sahip olan bir kadından, üstelik kimsenin bulunmadığı tenha bir yerde gelecek davet ve iltifata “hayır” diyebilmek, karşılaşabileceği imtihanların en ağırlarından biridir. Elbette ki bir kadın için de durum farklı değildir. Allah Resûlü (sas), zorluğundan dolayı bu imtihandan geçen kişiyi, arşın gölgesi altında barındırılacak gruplar içinde saymış ve onun bu şekilde âhiretteki sıkıntılardan kurtulacağını belirtmiştir.
Hadis-i şerifte tanımlanan kadının özelliklerine baktığımız zaman imtihanın ne kadar büyük olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Güzellik sahibi bir kadın, doğal olarak bir erkeğe cazip gelir. Buna bir de makam, mevki ve zenginliği eklenirse kadındaki cazibe daha da artar. Kadın, yaratılış itibariyle iltifat gören, sevilen ve arzu edilendir. Bir erkek, kadına duygularını ifade ederken endişe içerisindedir. Kadının göstereceği olumsuz tepkiden, ailesinden, toplumun tepkisinden çekinebilir. Ancak hadiste bahsi geçen kadın, hem davet eden hem de güç ve para sahibi olduğu için çekinmeyen bir kimsedir. Böyle bir şahıstan gelecek teklife karşı iman devreye girer.
Kur’ân’ın tanıttığı gibi Rabbini tanıyan ve samimi olarak O’nun sıfatları hakkında düşünen bir mü’min, Allah Teâlâ’nın yüce azameti ve şanı karşısında içi ürpererek korkmaya başlar. O’nun zatına karşı son derece saygı ve hayranlık dolu bir korku besler. Bu korku, kişinin imanının ve tefekkürünün derinliği derecesinde artar.
Allah korkusu; mü’minin imanını, Allah’a olan sevgi ve saygısını artıran, kişiyi Allah’ın razı olmayacağı bir tavır içine girmekten sakındıran, nefsinin taşkınlıklarını, sınır tanımaz kötülüklerini dizginleyen, sürekli iyilik yönünde harekete geçiren bir korkudur. Bu korku sayesinde kul, Allah’ın azabından uzaklaşır, Allah’ın rızasına, rahmetine ve cennetine yakınlaşır ve Allah Teâlâ’ya itaatten dolayı da çok büyük bir manevi hazza ulaşır. İster herkesin içinde ister yalnız başına yapsın, ister açığa vursun ister saklasın, Allah’ın açığı da gizliyi de, gizlinin gizlisini de bildiğini ve tümünden sorguya çekileceğinin bilincindedir. “Günahın açıkta olanını da, gizlisini de terk edin. Çünkü günahı kazananlar, yüklene geldikleri nedeniyle karşılık göreceklerdir.”[2]
Allah korkusuna erişmiş kullarda, iffet duygusu gelişir. Bu duygunun getirdiği uyanıklık sayesinde her türlü imtihanda, Allah Teâlâ’nın inayetiyle muvaffak olunur. İffet; genel anlamıyla, iradenin gücünü kullanarak cismanî ve şehevî arzuları kontrol altına almak, zinadan ve sadece dünyevi zevkler peşinde koşarak yaşanacak bir hayattan uzak durmak demektir. İffet duygusuyla kulluk şuuru arasında birebir bağlantı vardır. Dünya hayatını yaşanacak tek yer gören zihniyete göre kişi, kendi bedeninin tek sahibidir ve kimseye karşı sorumluluğu yoktur. Hesap vermesi gereken hiçbir otorite de yoktur.
İslâm dini, bu düşünce ile farklılık arz eder. Kullar bedenlerinin gerçek mâliki olmadıkları için ona diledikleri gibi davranma hakkına da sahip değildirler. O, Hakiki Sahibi’nden kendilerine bir emanettir. Kim sahipse kuralı o koyar. Hakiki Sahibi’ni tanıyan insan, bedenini kendi hevesleri ya da gelip geçici arzuları doğrultusunda değil, her bir uzvunun ve duygusunun var edicisi Rabbinin emirleri doğrultusunda kullanmaya çalışır. Şehvet duygusunu, ilahî ilkeler doğrultusunda meşru yolda ve helal dairesinde kullanır. Kur’ân-ı Kerim iman edenlerin, iffetli, hayâlı ve edep yerlerini koruyan insanlar olduklarını anlatır.[3] Mükâfat olarak da bağışlanmayı müjdeler:
“Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.[4]
Hadis-i şerifte anlatılan misalin benzeri Kur’ân ’da Yusuf sûresinde anlatılmaktadır. Hz. Yusuf böylesi bir imtihanla karşı karşıya kalmış; evinde kaldığı kişinin hanımının arzusuna uymamış ve Rabbinin burhanıyla imtihanı kazanmıştır. Bu tercihi, zindana atılmayı göze alarak yapmıştır. Böylece Rabbimiz kulundan razı olmuş ve dünya nimetlerini ona râm etmiştir. Kur’ân’da kıssasını zikrederek hem bize öğüt vermiş hem de Hz. Yusuf’un yüceliğini anlatmıştır.
Allah Teâlâ inananlara, Hz. Meryem kıssası ile de hayâ ve iffetin kula kazandırdığı makamı anlatmıştır. Cenâb-ı Hakk, Hz. Meryem’in bu üstün ahlakını Kuran’da şöyle haber vermektedir:
“İmran’ın kızı Meryem’i de (Allah örnek verdi). Ki o kendi iffetini korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.”[5]
Cahiliye toplumunun kadınları, kendilerine uygun görülen ve nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelen ortak bir karakteri yaşamaktadırlar. Hiçbir değeri olmayan, erkeğin arzu ve isteklerini tatmin etmesi gereken bir meta’… İslâm dini ise kul olarak kadını erkekten ayırmamış, ahlakî ilkeler konusunda ikisini de aynı oranda sorumlu tutmuştur. Hz. Meryem, mü’min kadının taşıması gereken bir örnek olarak takdim edilmiştir.
Her türlü gayr-i meşrû kadın-erkek ilişkilerinin, kitle iletişim ve haberleşme vasıtalarıyla yaygınlaştırılmaya çalışıldığı günümüzde iffet sahibi olmak her zamankinden daha büyük önem arz etmektedir. Efendimiz (sas) asırlar öncesinden bizi şöyle uyarmaktadır: “Öyle bir zaman gelecek ki, imanı muhafaza etmek elde kor tutmak gibi olacak” [6]
Günümüzde zina ve türevleri aleni yapılır hale gelmiştir. Televizyon ve internet sayesinde evlerimiz, sokaklarımız fuhşiyâta mekân olmuş haldedir. Gerek evli gerek bekâr her erkek ve kadının iffetini koruma savaşı vermesi gerekmektedir. Ailelerin de özellikle gençlere bu mücadelede yardımcı olması gerekir.
Günümüz insanı, özellikle de gençler bu zor imtihana çokça muhatap olmaktadır.
Bu durumda kalan her mü’mine yol göstermesi açısından Hz. Peygamber ile bir genç arasında geçen konuşmayla yazımıza son verelim.
“Bir genç, Allah Resûlü’nün huzuruna gelir ve ona şöyle der:
- Ey Allah’ın Elçisi! Zina etmeme izin ver!
Orada bulunan sahabiler bu istek karşısında şaşırırlar ve genci susturmak isterler. Ancak Resûlullah onu yanına çağırır ve aralarında şu konuşma geçer:
- Böyle bir şeyin senin annenle yapılmasını ister miydin?
- Anam babam Sana feda olsun Ey Allah’ın Resûlü, istemezdim.
- Hiçbir insan da anasına böyle bir şey yapılmasını istemez! Senin bir kızın olsaydı, ona böyle bir şey yapılmasını ister miydin?
- Canım Sana feda olsun Ya Resûlallah, istemezdim.
- Hiçbir insan da kızı için böyle bir şey yapılmasını istemez! Halanla veya teyzenle böyle bir şey yapılmasını ister miydin?
- Hayır, Ya Resûlallah, istemezdim!
- Kız kardeşinle ister miydin, bir başkası onunla zina etsin?
- Hayır, hayır, istemezdim!
- İşte hiç kimse halasıyla, teyzesiyle ve kız kardeşiyle zina edilmesini istemez.
Bu konuşmadan sonra Allah Resûlü, elini bu gencin göğsüne koyar ve şöyle dua eder:
- Allah’ım! Bunun günahını bağışla, kalbini temizle ve namusunu muhafaza buyur.”[7]
[1] - Buhâri, Ezan 36, Zekât 16, Rikâk 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât 2.
[2] -En’am,6/ 120.
[3] – Mü’minûn,23/ 5-7.
[4] -Ahzâb,33/ 35.
[5] -Tahrim, 66/12.
[6] – İbn-i Mâce, 2/1306.
[7] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/256- 257.