Ramazan ve Namaz
Ramazan Ay’ı, Kur’ân’da ismi geçen tek aydır. Bu ayda ibadet hayatımız daha canlı ve duyarlı hale gelir; tuttuğumuz oruçlar, yaptığımız hayırlarla, huşûsu artan namazlar ve bu Ay’a has sünnet olarak kıldığımız Teravih namazlarıylakulluk bilincimiz büyük bir anlam ve derinlik kazanır.
Ramazan Ay’ında İslâm’ın iki temel rüknü olan namazve oruç âdeta bütünleşir. Oruçlu midelerle huşû içerisinde kılınan namazlar, müminlere Tevhid’in hakikatini çok daha iyi kavratır ve yaşatır.
Namaz, İslâm’ın olmazsa olmazıdır. Kur’ân’da çok sayıda âyette önce namaz, sonra zekât emredilir. Oruçla açlığın tadını alanların yufkalaşan yürekleri, zekât ve infak bilincini bir başka türlü yaşar. Oruçlu bedenlerle ikame edilen namaz, mümini miraca taşır. Bir “mahşer provası” gibi eda edilen hacc ibadetinde milyonlarca mümin Kâbe etrafında tavaf edip saf tutarak, Tevhid’i Vahdet’e dönüştürürler.
İşte “yoğun ibadet mevsimi” olarak tanımlayabileceğimiz Ramazan Ay’ı; öncelikle ve özellikle namaz ve oruçekseninde Tevhid bilincimizi yeniden diriltip tazelememize, İslâm’ın diğer rükünlerini de Tevhid çerçevesinde en güzel şekilde kavrayıp pratik hayata aktarmamıza imkân veren muhteşem bir Ay’dır.
Önce Tevhid, Sonra “Tevhid Eylemi” Namaz
“Allah’tan başka ilâh yoktur.” esasına dayanan Tevhid inancı; namaz’la eyleme dönüşür. Tuva Vadisi’nde Hz. Musa’ya (as) peygamberlik görevi veren Rabbimiz ona ilk olarak Namaz’ı emretmiştir: “Beni hatırlamak için namaz kıl.” (Taha 20/14) Hz. İsa’nın (as), Meryem annemizin kucağında iken ilk sözü şu olmuştur: “Rabbim yaşadığım sürece bana namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti.” (Meryem 19/31) İslâm’da da ilk farz kılınan ibadet namazoldu. Risaletin ilk günü namaz başladı ve Mirac’da beş vakte çıktı. Son müderrislerden Tahirü’l-Mevlevi,Müslümanlıkta İbadet Tarihi isimli eserinde; “Namazın başlangıçta iki vakitte ikişer rekât kılındığını, sonra buna gece namazının ilave edildiğini, Mirac’da vaktin beşe çıkmasıyla gece namazı farzının kaldırıldığını” beyan ettikten sonra; “risaletin ilk günü Cebrail aleyhisselâm’ın, Hz. Peygamber’e imam olarak Beyt-i Mükerrem civarında sabah namazını kıldırdığını” nakleder. Peygamberimizin aynı gün akşam namazını Hz. Hatice (r.anhâ) annemizle birlikte kıldığını, ertesi gün bu cemaate Hz. Ali’nin (ra) eklendiğini belirtir.[1]
İslam tarihçileri, Peygamberimizin (sas) İslâm’ı kabul edenlere ilk öğrettiği ibadetin namaz olduğunu aktarırlar. Mekke’nin Fethi ve Taif Kuşatması’ndan sonra İslâm’a girmek üzere Medine’ye bir heyet gönderen Sakif Kabilesi’nin ön şart olarak ileri sürdüğü, “Zekât/öşür vermeyelim, cihada gelmeyelim, başkanımızı kendimiz seçelim.” tekliflerine “olabilir” diyen Peygamberimizin (sas), “namaz kılmayalım” teklifine verdiği şu cevap, namazın İslâm’daki olmazsa olmazlığını apaçık ortaya koyar: “İşte bu olmaz. Zira rükûsuz/namazsız dinde hayır yoktur.”[2] Oruç ve zekât hicretin ikinci yılında farz oldu. Hacc ise en son farz olan ibadet. Hatta içki yasağı ve tesettür emri de hicretin dördüncü yılında geldi. İşte namazın sırrı burada saklı…
Peki, neden “Önce Namaz”?
Zira müminin sürekli ve kesintisiz olarak Rabbi ile ilişki kurmasını sağlayan namazı dosdoğru kılanlar; günde beş kez yalnız Allah’a kul olma bilincini tazeleyerek gerçek özgürlüğe kavuşuyor ve hevânın, paranın, şehvetin, midenin kulu olma, kula kul olma zilletinden kurtuluyorlar.
İslâm’ın ilk şartının Tevhid akidesine iman, ikinci şartının da “Tevhit eylemi” namaz olması, bu hikmetle açıklanabilir. İlk nazil olan Alak sûresi “Oku!” diye başlar, “namaz kılan kul’u engelleyen” zihniyete dikkat çekerek (9-10) devam eder ve secde emriyle biter. İkinci inen Müddessir sûresinin 3. âyeti ise “Rabb’ini tekbir et.” olup bu emir namazın temeli ve esasıdır. Keza, “İman eden kullarıma söyle: Namazı kılsınlar.” (İbrahim 14/31) âyeti, imanın ilk göstergesi olarak namazı sayar. Yine Kur’ân’a göre, salih müminlerin ilk özelliği “Namazı dosdoğru kılanlar” (Ârâf 7/170) olmalarıdır. Hadiste de şöyle buyrulur: “İslâm beş şey üzerine bina edilir: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahadet etmek, namazı ikame etmek, zekâtı vermek, Beyt’i haccetmek ve Ramazan orucu tutmak”[3]
Yine Peygamberimizin tanımlamasıyla namaz; “Gözüm(üz)ün nuru”[4], “Müminin miracı”[5], “Cennetin anahtarı”[6], “Dinin direği”[7]dir. “Muhakkak namaz, insan ile küfür ve şirk arasında bir perdedir. Namazı terk etmek bu perdeyi kaldırmaktır.”[8]
Namaz İslâm’ın olmazsa olmazıdır. Bu konuda Kur’ân’ın hükmü kesindir:
“Sizi cehenneme sevk eden nedir? Derler ki: Namaz kılanlardan değildik!” (Müddessir 74/42-43)
Namaz, beş vakit olarak farz kılınmıştır (Nisâ 4/103; Yunus 10/114; Rûm 30/17-18; İsrâ 17/78). Günlük hayatın hızlı koşusu içinde Allah’ı, ahireti, ölümü, görev ve sorumluluklarını unutan insan, günde beş kez kendini Allah’ın huzuruna çıkmaya çağıran ezanla kulluğunu hatırlar ve dirilir. Unutkan bir varlık olan insan için (nisyanla insan aynı köktendir), her namaz vakti çok büyük bir inkılabın başlangıcıdır…
Bu değişim/diriliş süreci abdestle başlar… Abdestle maddi-manevi günah ve kirlerden temizlenen mümin Kâbe’ye yönelir; kalbini, duygu ve düşüncelerini Allah’a odaklar; diğer kıblelerden yüz çevirir. Yüzünü Kâbe’ye döndüğü halde özünde başka kıble edinen, gerçekte istikbâl-i kıble yapmış olmaz.
Mümin namaza “Allah rızası için” başlar. Niyeti kalple yapmak esastır; dilde kalan sözler, gerçek niyet olamaz. Ellerini omuz hizasına kaldırıp “Allâhu ekber” diyen müminin, artık dünyayı, dünyevi düşünce ve kaygıları elinin tersi ile geriye atmış, kalbini de yüce Allah’a bağlamış olması gerekir.
Namaz en faziletli ve kapsamlı ibadettir: Allah’ı tesbih ve tekbir etme, hamd, şükür, tevbe, istiğfar, O’ndan yardım dileme, duâ, niyaz, yalvarma, zikir… hepsi namazın içinde yer alırlar.
Namazda Rabbine hamd ü sena eden, O’na dua ve niyazda bulunan, O’nun mübarek kelamından âyet ve sûreler okuyarak üzerinde tefekkür eden mümin, günde beş kez dirilir. Her rekâtta Fatiha sûresini okuyarak kulluk sözleşmesini yeniler. Okuduğu Kur’ân âyetleri ışığında hayatına yön verir.
Namaz kılan mümin, sadece okuduğu âyetlerle/dualarla değil kıyam ederek, rükû ve secdeye vararak, teşehhüde oturarak beden dili ile de kulluğunu ifade eder.
Günde beş vakit böyle dosdoğru, özenli ve düzenli olarak kılınan namaz, müminleri diğer farzlara hazırlar, sırat-ı müstakim’den ayırmaz, onları Allah’tan başka varlıklara kulluktan korur, kötülük ve çirkinliklerden uzak tutar (Ankebut 29/45) ve böylece ebedi kurtuluşa vesile (Müminûn 23/1-2) olur.
Bir tevhid eylemi olan namaz, mümini pasif nesne değil, aktif özne haline getirir. Mesela, Hz. Şuayb’ın (as) kıldığı gibi ikâme edilen aktif bir namaz (Hûd 11/87), müminleri dünyadan el-etek çektirmez, aksine onları akıp giden hayata müdahale ederek, zulme, adaletsizliğe, şirke ve küfre karşı mücadeleye sevk eden bir dinamizm, bir direnişve bir diriliş kaynağı olur.
İşte Ramazan Ay’ı, Müslümanların namazla dirilmeleri ve oruçla kendilerini yenilemeleri için eşsiz bir fırsattır. Ramazan bir arınma, bir sınanma ve bilenme ayıdır. Kur’ân’la yeniden doğma zamanıdır.
Ramazan’da Namaz ve Teravih Namazı
Müminler Ramazan’da, bu aya mahsus olan oruç ibadetlerine ilaveten, düşüne düşüne Kur’ân okur, hayır hasenatta bulunur, namazlarına daha bir özen gösterirler. Ramazan ayında boş midelerle açlığın ve varoluşun bilincine eren müminler, yalnız bu Ay’a mahsus bir ibadet olan Teravih namazı sayesinde namazın coşkusunu ve cemaat olmanın güzelliklerini yaşarlar.
Ramazan’a has bir namaz olan “Teravih”, Arapça“terviha”nın çoğuludur ve “oturmak, istirahat etmek” anlamına gelir. Her dört rekâtın sonunda oturulup biraz dinlenildiği için, bu adı almıştır. Bu ayda yatsı namazından sonra kılınan Teravih namazı Kur’ân’da geçmez; ancak Rasûlullah (sas), ashabıyla Teravih namazı kılmış ve önemini vurgulamıştır.
Ebû Hureyre (ra) anlatıyor: Rasûlullah’ın (sas) Ramazan hakkında şöyle buyurduğunu işittim: “Kim inanarak ve sevabını umarak Allah rızası için teravih namazı kılarsa geçmiş günahları bağışlanır.”[9]
Buhari’deki rivâyete göre; Rasûlullah (sas) Ramazan’da mescidde geceleyin bir namaz kıldı. Sahabenin çoğu da O’nunla birlikte o namazı kıldı. İkinci gece yine aynı namazı kıldı. Bu kez O’na tabi olarak aynı namazı kılan cemaat daha fazla oldu. Üçüncü gece Hz. Muhammed (sas) mescide gitmedi. Orayı dolduran cemaat O’nu bekledi. Rasûlullah (sas) ancak sabah olunca mescide çıktı ve cemaate şöyle buyurdu:
”Sizin cemaatle teravih namazını kılmaya ne kadar arzulu olduğunuzu görüyorum. Benim çıkıp, size namazı kıldırmama engel olan bir husus da yoktu. Ancak ben size, teravih namazının farz olmasından korktuğum için çıkmadım.”[10]
Hanefi mezhebinde, Teravih namazının yirmi rekât kılınması Hz. Ömer’in (ra) uygulamasına dayanır. Hz. Ömer halifeliğinin son zamanlarında Mescid-i Nebevî’de teravihi yirmi rekât kıldırmış, ondan sonra da kimse teravihin yirmi rekât olarak cemaatle kılınmasına karşı çıkmamıştır. Abdullah b. Abbas’ın (ra) da teravih namazını yirmi rekât kıldığı ve ona üç rekât vitri eklediği rivâyet edilmiştir.
İmam Ebû Hanife’ye Hz. Ömer’in (ra) bu hususta yaptığı uygulama sorulunca, şöyle demiştir: “Teravih namazı hiç şüphesiz müekked bir sünnettir. Hz. Ömer, bu namazın cemaatle ve yirmi rekât kılınmasını şahsi içtihad ile yapmadığı gibi, bir bid’at olarak da emretmemiştir. O, kendisinin bildiği şer’î bir esasa ve Hz. Muhammed (sas)’in bir vasiyetine dayanarak böyle yapmıştır.”[11] Teravih namazını, her iki rekâtta bir selâm vererek on selâm ile bitirmek daha faziletlidir. Dört rekâtta bir selam vermek de caizdir.
Ramazan Ay’ında cemaat halinde coşku ile kılınan Teravih namazları, kadını-erkeği, genci-yaşlısı ile müminlerin vahdet ve dayanışma ruhunu pekiştirir; böylece onların namazla dirilişlerine vesile olur.
Ayrıca: Hz. Peygamber’in (sas) Ramazan Ay’ının son on gününde itikâf’a girdiği, itikâf’ta bulunduğu gün ve gecelerde daha çok namaz kıldığı, daha çok Kur’ân okuduğu, dua ve zikir yaptığı, vefatına kadar da bunu sürdürdüğü bilinen bir hakikattir.[12]
Yine Rasûlullah’ın (sas) her Ramazan Ay’ında Kur’ân’ı Cebrail aleyhisselâm’a arz ettiği[13]; Kur’ân-ı Kerim’i bu Ay’da hatmetme sünnetinin temelinin de bu uygulama olduğu rivâyet edilmektedir. Keza, Hz. Peygamber’in (sas); “Hangi sadaka daha faziletlidir?” sorusuna, “Ramazan Ay’ında verilen sadaka.” buyurduğu[14]; bu ayda herkesten fazla cömert davranıp infakta bulunduğu da bilinmektedir.
Hâsılı: “Göklerin/Cennetin kapılarının açıldığı, cehennemin kapılarının ise kapandığı ve şeytanların zincire vurulduğu”[15] Ramazan Ay’ında; müminler, oruçlu bedenleri ile namazlarını daha bir huşu içerisinde kılmalı; nafilelerini, hayır-hasenatlarını çoğaltmalı; oruçlu ağızlarıyla Kur’ân kıraatlerini, zikirlerini, dua ve niyazlarını, tevbe ve istiğfarlarını artırmalı, bu altın fırsatı kaçırmamalıdırlar, vesselam.
[1] Tahirü’l-Mevlevi (Ongun), Müslümanlıkta İbadet Tarihi, 1967-İstanbul, s. 24.
[2] Ebû Dâvûd, Harâc 25-26.
[3] Buhârî, İman 1-2; Müslim, İman 199; Tirmizî, İman 3; Nesâî, İman 13.
[4] M. Yusuf Kandehlevî, Hadîslerle Müslümanlık, c. IV, s. 1434.
[5] A.g.e., c. IV., s. 1427.
[6] Müslim, İman 10; Tirmizî, Zekât 2; Nesaî, Salât 4.
[7] İmam Gazali, İhyâu Ulûmi’d-Din, c. I, s. 399 (Beyhakî’den).
[8] Müslim, İman 134.
[9] Buhârî, Teravih 1.
[10] Buharî, Teheccüd 57.
[11] et-Tahtavî, Haşiye, 334 (Şamil İslam Ans., “Teravih” mad.’den naklen).
[12] Buhari, İtikâf 1, Kadr 5.
[13] Buhari, Savm 7.
[14] Tirmizi, Zekât 28.
[15] Buhari, Savm 5.