Bir sûfî şöyle der: “Oruç, yalnızca Yüce Allah’ı görmek sûretiyle, tüm yaratılışı zihninden uzak tutmak demektir.” [Hülâsa-i şerh-i taarruf] Burada oruç, zâhirî değil de manevî oruç anlamını taşımaktadır. Şöyle ki birisi bedenini şehvet ve diğer maddî arzulardan uzak tuttuğu zaman, orucunu yalnızca şeriata uygun olarak tutmuş olur. Fakat iç dünyasını nefsin tutkuları ve dünyanın cazibesinden uzak tuttuğu zaman, orucunu aynı zamanda gerçekliğin ilkelerine uygun olarak da tutmuş olur.
Şiblî, müridlerinden birisine kalıcı bir oruç tutup tutamayacağını sorar. Müridi ise, “O nedir?” diye soruya soruyla karşılık verir. Bunun üzerine Şiblî şöyle der: “Kalıcı oruç, bir insanın tüm hayatını bir güne sığdırması ve bu günü yalnızca ilâhî mevcudiyetin görülmesiyle bozulabilecek şekilde oruçlu geçirmesidir.” [Şiblî, Keşfü’l-esrâr]
Ebû Saîd b. Ebu’l-Hayr şöyle der: “Dünya, oruçlu olduğumuz tek bir günden ibarettir.” [Ebû Saîd, Keşfü’l-mahcûb] Bu demektir ki dünya hayatından hiçbir şey beklememeli ve ona bağlanmamalıyız. Muzaffer Kirmanşahî ise der ki: “Oruç üç türlüdür: Beklentilere gem vurmak anlamında ruhun orucu, tutkulara gem vurmak anlamında aklın orucu ve yemek, içmek ve cinsel münasebetten uzak durmak anlamında hayvânî nefsin orucu.” [Muzaffer Kirmanşahî, Mecma-i resâil-i Ensâri]
Sâlihlerin nazarında orucun üç derecesi vardır
Şah Nimetullah Velî [Şah Nimetullah Velî, Risâlehâ-i Şah Nimetullah-i Veli] de üç türlü oruçtan söz eder: Birincisi, belirli bir niyet içerisinde tan yerinin ağarmasından güneş batıncaya kadar yemek, içmek ve cinsel münasebetten uzak durmak anlamındaki halkın orucudur. İkincisi, orucun gerekli şartlarının yanı sıra her türlü aklî ve bedeni hata ve günahtan da sakınmak anlamındaki seçkinlerin orucudur. Üçüncüsü, her türlü övgüye layık olan Yüce Allah ve sevgili Resûlü’nün hizmetkârı olan seçkinler seçkinlerinin orucudur. Bu zümre, sürekli olarak orucun hem zâhirî hem de bâtınî gereklerine riayet eder ve “Oruç benim içindir, ecrini de ben vereceğim” [Weinsinck, c. 8, s. 460] hükmü gereğince Yüce Allah’tan başka hiçbir şeyi düşünmezler.
Yine sûfîlerden birisi şöyle der: “Bil ki, sâlihlerin nazarında orucun üç derecesi vardır: Tan yerinin ağarmasından akşam namazının vaktine kadar yemek, içmek ve cinsel münasebetten uzak durmak anlamında halkın orucu. Bedenin uzuvlarının günahlardan ve isyandan korunması anlamında seçkinlerin orucu. Bu kimseler, dillerini yalan, boş konuşma ve gıybet etmekten; gözlerini şehevî bakışlardan; kulaklarını anlamsız ve faydasız şeyleri dinlemekten ve el ve ayak gibi diğer uzuvlarını şeriatın haram kıldığı şeylerden korurlar. Kur’ân-ı Kerim bu hususla ilgili olarak şu uyarıda bulunur: “Kulak, göz ve kalp, bunların hepsi sorgulanacaktır” (İsrâ 36). Allah Resûlü Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Beş şey orucu bozar: Yalan konuşmak, gıybet etmek, kovuculuk yapmak, yalan yere yemin etmek, şehvetle bakmak.”
Seçkinler seçkini zümrenin orucunun bir başka özelliği, kendi düşüncelerini tartmak ve zihinlerinin Yüce Allah’tan başka herhangi bir şeyle meşgul olmasını önlemektir. Bunlar fakr ehlidir ve Allah yolunda mücadele ederken sahip oldukları tek şey yokluktur. “İlâhî Varlık yalnızca yokluğa temayül eder O halde bu yolda senin mülkün de yokluk olsun.” “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır” (Tevbe 111). Ben kendi nefsimi sattım, Seni aldım! Eğer nefsten geriye bir zerre bile kalsa, orucun kemâle ermesi asla mümkün olmayacaktır. “Kâmil insan yokluğa yürür, varlıktan kaçar/Bir iplik gibi peşine takılan varlık, onun gözünde küfrün kancası gibidir.” [Sayf al-Din, Faith and Practice of Islam, çev. William Chittick]”
“Fakir” terimi, kâmil insan ya da sûfî deyimiyle özdeştir
O halde, manevî fakirlik, diğer birtakım manevî ibadetlerde de olduğu gibi, oruca dayanmaktadır. Manevî fakirliğin belirleyici özelliği, “bağımsız” ve “kendi kendine yetme” anlamındaki “zenginliğin” karşıtı olan yoksulluk, güçsüzlük ve muhtaçlıktır. Fakirlik, gerçekte kulun bir sıfatı iken, zenginlik Yüce Allah’ın bir sıfatıdır. Bundan dolayıdır ki Kur’ân-ı Kerim şöyle buyurur: “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O’dur” (Fâtır 15).
“Manevi fakirlik” teriminin birkaç anlamı var. Her şeyden önce, bazen elverişsiz şartlar ve maddi yoksulluğu ifade eder. Fakat burada ihtiyaç içindeki yoksul bir kimse anlamındaki “fakir” sözcüğü ile hakir ve sefil anlamındaki “miskin” sözcüğünü birbirinden ayırmak gerekir. Bu iki kavram arasında şöyle bir ayırım daha yapılmaktadır: Bir derviş olarak fakir, kendisine ve ailesine birkaç gün bakabilecek durumda iken yoksulluğun son haddinde bulunan miskin için böyle bir şey söz konusu değildir.
İkincisi; manevî fakirlik, bazen bir kimsenin manevî yoksulluğunu ve Yüce Allah’a muhtaçlığı ifade eder. Burada da fakir terimi çeşitli anlamlar içerir. Bu deyim, bir taraftan, âhirette karşılığını almak için bu dünyadan uzaklaşan “zâhid”, diğer taraftan da Hakikat’e kavuşmak için her iki dünyayı da reddeden “sûfî” ile eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Bizi ilgilendiren boyutuyla burada “fakir” terimi, bütünüyle Hakikat’in içinde yok olmayı ifade eden kâmil insan ya da sûfî deyimiyle özdeştir.
Fakir ile sûfî kavramlarının özdeşliğine işaret eden temel Kur’ân ayetleri şunlardır: “Allah zengindir, siz ise fakirsiniz” (Muhammed 38); “Bunun üzerine Mûsâ onların koyunlarını suladı. Sonra gölgeye çekilip, ‘Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım (fakirim)’ dedi” (Kasas 24) ve yukarıda zikrettiğimiz ayet (Fâtır 15).
Allah Resûlü’nün bazı hadislerinde de manevî fakirlikten söz edilir: “Fakirlik gururum ve saadetimdir.” [Sefinetü’l-Bihâr, c. II, s. 378] Şu mısralar da bu gerçeği terennüm eder: “Şunu kesin olarak biliyorum ki fakirin gerçek zenginliği/ manevî fakirlik yolcularının pîri Hz. Peygamberin gururudur.” [Aynı yer]
“Fakirin doğal hali, tevazudur”
“Fakirlik, iki cihanda da yüz karasıdır.” [Câmi’u’s-sağîr, c. 2, s.88] Bu hadisin bâtınî yorumuna göre, insan “mümkün varlık”, Yüce Allah ise Zorunlu Varlıktır; Zorunlu Varlık olmaksızın insanın var olması düşünülemez. Mümkün varlık oluşundan dolayı insanoğlu Zorunlu Varlığa muhtaçtır. O halde, mümkün varlığın varoluşsal fakirliğinin kaçınılmaz sonucu, her iki dünyada da mahcûb olmaktır.
Bu husustaki üçüncü hadis şudur: “Fakirlik küfre yaklaştırır.” [Keşfü’l-mahcûb, s. 23] Bir başka hadis ise şöyledir: “Fakirlik mü’minin hediyesidir.” [Tefsir-i irfânî e edebî-i Kur’ân-ı Mecîd, c. II, 516]
Kur’ân tefsirinde Ensârî şöyle der: “Manevi fakirliğin iki türlü olduğunu unutma. Birincisi, ‘Ya Rabbi! Fakirlikten sana sığınırım’ sözüyle Hz. Peygamberin bizi uyardığı fakirliktir. Diğer fakirlik ise, ‘Fakirlik gururumdur’ hadisinde tarif edildiği üzeredir. Birincisi küfre, ikincisi ise Hakikat’e yaklaştırır. Küfre yakın olan fakirlik kalpte yerleşir ve onu bilgi, hikmet, fazilet, sabır, hoşnutluk, tevazu ve tevekkül gibi tüm yüce üstün meziyetlerden mahrum bırakır. Hz. Peygamber’in şeref duyduğu Ruhun fakirliği ise, insanı dünya ve kaygılarından uzaklaştırarak gerçek imana götürür.” Ensârî, Nefehatü’l-üns, s. 97]
Rüveym şöyle der: “Manevi fakirliğin haşmeti, onun gizli, saf ve korunmuş olmasını gerekli kılar. Bunu ifşa eden ve insanların önünde övünen bir kimse, artık bu topluluktan sayılmaz ve manevî derecelerini kaybeder.” [Rüveym, Tabakâtü’s-sûfiyye (Sülemî), s. 182] Kendisine manevî fakirliğin mahiyeti sorulduğunda şöyle cevaplamıştır: “Sadece ihtiyaç üzerine eşyaya yönelmek ve azı çoğa tercih etmek.”[ Attâr, Tezkiretü’l-evliyâ, s. 403]
Hamdun Kassar şöyle der: “Fakirin doğal hali, tevazudur. Eğer fakirliği ile gururlanırsa, gururun tüm zenginliğini aşmış olur.” [Aynı eser, s. 237] Şakik Belhî şöyle der: “Fakirliğin üç özelliği vardır: Kalbin kaygısızlığı, vicdanın rahatlığı ve nefsin sükûneti.” [Aynı eser, s. 461] Ebû Hafs Haddâd ise şöyle der: “Verilenin alınandan çok olmadığı sürece fakirlik kemâle ermez.” Yine, “Bir fakir için Allah’a yaklaşmanın en iyi yolu, her durumda fakirlikte sebat etmek ve her hareketinde Hz. Peygamber’in sünnetine uymak ve şeriata uygun yaşamaktır.” [Ebû Hafs Haddâd, Risâle-i Kuşeyriyye, s. 458]
Son olarak, Ebu’l-Fazl Hasan der ki, “Hakikat iki şeyden müteşekkildir: Birincisi, Yüce Allah karşısında fakirliğin dürüstlüğüdür ki bu da yolun temel ilkelerinden biridir. İkincisi, büyük bir titizlikle Allah Resûlü’nün yolundan yürümektir ki bu da şahsî fayda ve çıkarlarının tamamını reddetmek demektir.” [Attâr, Tezkiretü’l-evliyâ, s. 817]
Ramazan ve Oruç, haz. Lâle Bahtiyar, İnsan Yayınları, 2011.
Yeni yorum ekle