Arapça’da “dost, arkadaş” manalarında kullanılan “sâhib” kelimesinin çoğulu “ashâb” tır. “Ashâb-ı Kirâm, Rasûlullâh aleyhisselâmın şerefli dostları demektir. “Ashâb” kelimesiyle eş anlamlı olmak üzere, “Sahâbe” kelimesi de kullanılır. Müslüman olarak dünya gözüyle Rasûlullah aleyhisselâmı görüp sohbetinde bulunan sonra da iman üzere ölen kimselere denir. Bir kimse rüyasında Peygamber Efendimizi görmekle sahâbî olamayacağı gibi, Hz. Abdullah b. Ümmi Mektûm (r.a) gibi görme engelli oluşu sebebiyle de ashâb-ı kiramın dışına çıkarılamaz. Rasûlllah aleyhisselâmla sohbeti etmiş olması onun sahabiliğinin delilidir. Yine, “Bir şeyde itibar o şeyin son durumuna göredir” kaidesi gereğince Rasûlullah aleyhisselâmın mü’min olarak sohbetinde bulunup sonra irtidat eden (dinden dönen) fakat tekrar iman edip iman üzere ölenler ashâbdan sayılmıştır. Aynı kural Peygamber Efendimizle, kafir olarak görüşüp sonradan mü’min olanlar için de geçerlidir. Durum böyle olmakla birlikte sahâbilerin kendi içinde bir fazilet derecelendirmesine tâbi tutulduğu da inkâr edilemez bir gerçektir. Yüce Allah şanlı Kur’ân’ında “es-Sâbıkûne’l-Evvelûn” denilen ilk muhâcir (Medine’ye hicret etmiş Mekkeli ashâb) ve ensârı (Mekkeli muhâcirleri barındıran ve onlara yardım eden Medine’li ashâbı) diğerlerinden ayrı olarak zikredip övmüştür. [1] Ayrıca Enfâl Sûresi’nin 74. ayetinde “İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhâcirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.” buyrularak belli eylemleri yapan sahâbîler özellikle zikredilmiştir. Yine rivâyet edildiğine göre ilk Müslümanlardan olup cennet ile müjdelenen 10 sahâbî (aşere-i mübeşşere) içinde yer alan Hz. Abdurrahman b. Avf (r.a) ile hicretin 8. Senesinde Müslüman olan Hz. Hâlid b. Velid (r.a) arasında bir tartışma çıkıp da Hz. Hâlid, Hz. Abdurrahman’a kötü sözler söyleyince Rasûlullah Efendimiz, “Ashâbımdan kimseye sövmeyin. Zira sizden herhangi biriniz Uhud dağı kadar altını sadaka olarak verse onların bir ölçeklik (müdd) hatta yarım ölçeklik sadakasına ulaşamaz”[2] buyurarak ilk Müslümanları diğerlerinden ayırıp öncelemiş ve ashâb kelimesini daha özel manada kullanmıştır.
İslâm âlimleri sahâbîleri tespit etmek için bazı yollar belirlemiştir. Buna göre bir kimsenin sahâbî olduğu,
a) Tevâtür yoluyla; Hz. Zeyd (r.a) ve Cennetle Müjdelenen Sahâbiler gibi
b) Şöhret yoluyla; Dımâm b. Sa’lebe ve Ukkâşe b. Mıhsân ve Bedir ashâbı gibi
c) Meşhûr bir sahâbînin şahitliğiyle; Humâme b. Ebî Humâme’nin sahâbî oluşunu Hz. Ebû Musa el-Eş’arî (r.a)’nin haber vermesi gibi
d)Kendi beyanıyla bilinir ki, bu durumda beyanın hicrî 110, milâdî 728 tarihinden önce olması gerekir.
Sahâbîlerin toplam sayısı tam olarak bilinemese de, Efendimiz aleyhisselâmın veda haccında 114 bin civarında Müslümanın bulunduğunu bildiren rivayetler nazar-ı itibara alınırsa bu konuda bir fikir edinilmiş olunacaktır.
Kur’ân-ı Kerim’de “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz”[3] hitabının ilk muhatabı sahâbîlerdir. Yine Rasûlullah aleyhisselâm onlar hakkında “İnsanların en hayırlıları benim zamanımda yaşayanlardır”[4] buyurmuş, sonra gelecekleri onlara saygılı olmaları konusunda îkâz etmiştir. İslâmiyetin garib olarak ortaya çıktığı ilk günlerde işkenceye ve cefalara kararlılıkla göğüs geren, sonra da türlü fedakarlıklarda bulunarak risâleti omuzlayan ashâb-ı kirâm, İslâm’ı gelecek kuşaklara taşıyan öncü nesil olarak her zaman saygıyı hak etmektedir. Aralarında çıkan anlaşmazlıkları ele alırken tarihî gerçekleri tespit etmekle birlikte onlara karşı i’tidal ve edeb sınırlarını korumamız gerekir.