O’nun Yolu

İnsanlık tarihi, yolunu yitirenlerle dolu. Yolun ve yolcunun sahibi, adına Peygamber dediği yol göstericiler gönderdiği halde, onlara uymayıp burnunun doğrultusunda gidenlerin haddi hesabı yok…

Kullarını çok seven, cennetini onlar için dayayıp döşeyen merhametli Mevlâ’mız, son defa olmak üzere, özel surette eğitip yetiştirdiği bir büyük Rehber gönderdi. Yolun nerede bittiğini, yolcunun nereye gittiğini çok iyi bilen bu Rehber, hayatı bütün yönleriyle tanıdı.

Pişerek Yetişti

Ağır hayat yükü o daha çocukken omuzlarına çöktü. Babasızlığın, anasızlığın getirdiği acıları, o zayıf vücuduyla göğüslemeye çalıştı. Başkalarının işlerinde çalışarak geçimini sağladı. Ticaret hayatının zekâ ve maharet isteyen işlerine genç yaşta girdi ve böylece dürüstüyle, namuslusuyla, hilekârıyla, kurnazıyla binlerce insan tipi tanıdı.

Bütün varlığıyla benimseyip inanacağı, huzura ve sükûna ereceği bir din aradı. Fakat aradığını bulamadı. Gönlünü tatmin edemedi. Etrafındaki insanların ve yakınlarının, taşlara ve ağaçlara tanrı diye tapması ona ayrı bir ıstırap verdi.

Asıl ıstıraplar, çileler, acı günler peygamberlikle beraber geldi. Kırk yaşına kadar kendisini en güvenilir insan diye bilen akraba ve yakınları tarafından terk edilmenin acısını yaşadı. Aklına ve zekâsına hayran kalan hemşerilerinin kendisine deli, şair, sihirbaz dediklerini duydu.

Üzerine toprak atanlara, vücudunu taşa tutanlara, yoluna diken serpenlere aldırmadı. Bedeni kanayarak, gönlü kan ağlayarak yoluna devam etti. Yılmadan yürüdü. Bu on yıllık çetin mücadele hayatında -Mekke Devri’nde- umduğu kadar insan kazanamadığını üzüntüyle gördü. Ama asla ümitsizliğe düşmedi. Çok sevdiği memleketini, Mekke’yi terk etmek zorunda kaldı.

Medine’ye göçtü ve orada yepyeni bir devlet kurdu. Mescitler yaptırdı, öne geçip imam oldu. Okullar açtırdı, başında öğretmenlik yaptı. Amansız düşmanlara karşı ordular hazırladı, ordularına kumandanlık etti. Kurduğu devletin tek sorumlusu olarak yabancı devletlerle anlaşmalar imzaladı. O güne kadar Arapların görmediği idarî bir teşkilât kurdu. Verdiği emirlerle ülkesini en mükemmel şekilde idare etti. Böylece O, hayatı bütün yönleriyle tanıdı.

Vahyin Işığında

Sesini asırlar, nesiller ötesine ulaştıracak güçlü bir soluğun sahibi, her halde hayatı acı-tatlı, iyi-kötü, hakiki ve sahte yönleriyle mükemmel şekilde bilen ve onun içinde pişen biri olmalıydı. En önemlisi de Allah Teâlâ’nın O’na hayatı, insanları ve olayları vahyin ışığında tarama ve kâinatın sırlarına vâkıf olma imkânını bağışlamasıydı. İşte bu sebeple O’nun bize verdiği öğütler, koyduğu düsturlar yaşanmış hayat dersleriydi.

Demek oluyor ki, nereye doğru gittiğimizi bilmek, bu yolda önümüze çıkacak engelleri tanımak ve zorlukları yenecek güç ve cesareti kazanmak için Rasûl-i Ekrem Efendimize kulak vermek mecburiyetindeyiz.

Bilinmeyenler dünyasının o imtiyazlı kâşifini dinlediğimiz, gözümüzü ona çevirdiğimiz zaman, daracık ve incecik bir patika, sisli ve karanlık bir ufuk yerine, geniş ve muazzam bir caddenin, aydınlık ve pırıl pırıl bir ufkun önümüze serildiğini göreceğiz.

İki Cihan Güneşi Efendimizin yaptığı işlere, söylediği sözlere, sahâbîlerinin yaptığını görüp de benimsediği hareketlere sünnet denir.Efendimizin sünnetine kayıtsız şartsız uyup emirlerini ifâ etmemiz, Allah Teâlâ tarafından buyurulmakta ve hatta Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde Rasûlullah’a itaat, Allah’a itaatle yan yana zikredilmekte; Allah’ı gerçekten sevmenin, Rasûlullah’a kayıtsız şartsız bağlanmakla mümkün olacağıbelirtilmektedir (Meselâ bk. Âl-i İmrân 3/31, 32, 132). Hele “Peygamber size ne verirse onu alın, neden sakındırırsa ondan uzaklaşın.” buyruğu (Haşr 59/7) bütün benliğimizle sünnete yönelmeyi emretmektedir.

Bu ilâhî emirleri en iyi anlayan, en mükemmel şekilde yaşayan Rasûlullah’ın büyük âşıkları Ashâb-ı Kirâm olmuştur. Onlar her şeyden çok sevdikleri Gönüller Sultanı Efendimizin gözünün içine baktılar. Her sözünde, her hareketinde alınıp yaşanacak prensipler aradılar. Parmağına bir altın yüzük taktığını görünce, onlar da hemen birer altın yüzük taktılar.

Rasûl-i Muhterem’in altın yüzüğü çıkarıp “Bunu bir daha takmayacağım.” diye fırlattığını görünce, onlar da parmaklarındaki yüzükleri çıkarıp attılar (Buhârî, İ’tisâm 4). Kâinâtın Efendisi’nin bir gece mescitte ibadet ettiğini görünce, onlar da toplanıp gece ibadetine başladılar. Fakat ümmetini çok seven Merhamet Çağlayanı Efendimiz, gece namazının onlara farz olabileceği düşüncesiyle bir daha yanlarına çıkmadı.

Hacerü’l-esved’i öperken Hz. Ömer’in söylediği şu sözler, bu seçkin neslin İki Cihan Güneşi‘ne nasıl bağlandığını daha iyi ifade eder:

“Bilirim ki, sen bir taşsın. Ne faydan dokunur, ne zararın. Eğer Rasûlullah’ın öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim.” (Müslim, Hac 249-251).

Sünnetine Sarılmak

Rasûlullah Efendimizi gözleriyle gören, onun mübarek kokusunu ciğerlerinde saklayan şerefli kafilenin en sonundaki bahtiyarın derecesine varmak elbette mümkün değildir. Zaten bizden bunu bekleyen de yoktur. Asıl mesele, onların yolunda olmak, deli gönlü O Büyük Kılavuz’un eşiğine bağlamaktır.

Kâinatın Güneşi Efendimizin: “Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.” (Buhârî, Nikâh 1) uyarısı bizi düşündürmeli, “Sünnetimi yaşatan beni sevmiş olur, beni seven de cennette benimle beraberdir.” (Tirmizî, İlim 16) müjdesi gönlümüze ümit pırıltıları serpmeli, bizi O’nun sünneti etrafında birleştirmelidir. Zira biz, susuzluktan dilim dilim çatlamış toprakların suya olan ihtiyacı kadarsünnete muhtacız. İnsanî değerlerin yitirildiği, insanların gittikçe robotlaştığı çağımızda, beyazdan çok siyaha çalan kalbimizi kurtarmak için sünnetle dirilmeye mecburuz.

Dünyanın cazibesi bizi deli divâne etti. Gözümüzü dünya hırsı bürüdü. “Ben dünyada bir ağaç altında gölgelenip daha sonra yoluna devam edecek bir yolcu gibiyim.” diyen, bu sebeple de kuru hasırın üzerine uzanıp yatmaktan çekinmeyen Peygamberler Sultanı’nın hayat görüşünü unuttuk. Medine’ye yağmur gibi yağan ganimet mallarını etrafındakilere bol bol dağıtıp kerpiçten yapılmış, çamurla sıvanmış, hurma dallarıyla örtülmüş basık tavanlı evine, hasırdan yatağına eli boş, ama gönlü hoş olarak dönen Tevâzu Yağmuru Efendimizin kanaatkârlığına gözümüzü, kulağımızı tıkadık.

Hayır, hayır bu böyle gitmemeli. Şâh-ı Enbiyâ’nın sade hayatından başka tevâzuu, doğru sözlülüğü, vefakârlığı, fedakârlığı, müsamahası, hilim ve affı, merhameti, dayanılması güç olaylar karşısındaki yiğitliği, sarsılmayan azim ve gayreti ve daha nice güzel huyu bizim hayat görüşümüz olmalıdır.

Acılar, hüzünler, dertler, hastalıklar bazen üst üste geliyor. Hayattan bıkıp usandığımız, ölümü bir kurtuluş diye beklediğimiz o sıkıntılı anlarda Rasûlullah Efendimizin sünneti, yanan gönüllerimizi bir sabah yeli gibi serinletiyor. Hz. Âişe annemizin:

“Hastalığı Rasûl-i Ekrem’den daha şiddetli olan birini görmedim.” diyen sesi, bizi kendimize getirip sakinleştiriyor.

“Allah Teâlâ’nın, çok sevdiği ve iyiliğini istediği insanlara dertler hastalıklar verdiğini, sıkıntılara sabrettikleri takdirde onlardan hoşnut olacağını” (Buhârî, Merdâ 1) Sabır Dağı Efendimizden duyduğumuz zaman rahatlıyoruz.

“Müslüman’ın başına gelen hastalık, keder, hüzün, eziyet ve iç sıkıntısının, hatta ayağına batan dikenin bile onun suçlarını ve günahlarını örtmeye sebep olduğunu” (Buhârî, Merdâ 1) O’ndan öğrendiğimiz vakit acılarımızın hafiflediğini hissediyoruz.

İnsana dayanma gücü ve yaşama sevinci veren böyle yüzlerce hadisin, maddeten ve mânen yaralı Müslümanlara hayatı sevdireceği, huzura ve sükûna kavuşturacağı muhakkaktır.

Yukarıdan beri arz etmeye çalıştığım güzellikleri yakalayabilmek için, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına örnek diye gönderdiği Rasûl-i Ekrem Efendimizin hayatını kendimize model almaya ve O’nun sünnetine bütün benliğimizle sarılmaya muhtacız. Zira Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi bilen ve en doğru şekilde anlayan Rasûlullah Efendimiz, Allah’ın Kitabı’nı sünnet dediğimiz yaşama tarzıyla açıklamıştır. Bizi yaratanın bizden istediğini en doğru şekilde yapabilmek için O’nun Elçisi’ni adım adım izlemekten başka yol yoktur.

Cenâb-ı Mevlâ bizleri dünyada onun sünnetinden, âhirette sohbetinden ayırmasın (Âmin).

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.