Yeni yorum ekle

Okumanın Mahiyeti ve Anlamı Üzerine

Nedir okumak? Mesela her gün bütün gazeteleri okuyan insan neyi okumuş olmaktadır? Vaktini internette web sayfalarını okuyarak geçiren, facebook, twitter üzerinden sürekli okuyup, yazan genç, bu fiiliyle övgüyü hak eden bir iş mi yapmaktadır? Hızlı okuma teknikleriyle her gün bir kitap bitiren insan ne elde etmektedir? Google marifetiyle dünyanın bilgisini avucunda döndürebiliyor olmak insanı iyiye, doğruya ve güzele yönlendirebiliyor mu? Yoksa bilgi çokluğu ve bilgi çöplüğü arasında zaten şaşırmış olan zihinler, enformatik cehalete mi düşüyor? Dört duvar arasında sadece kitaplarla meşgul olan birisi sizce hayatı okuyabilir mi? Okumak tek başına, birilerinin zannettiği gibi her derde deva mı? Yoksa okumanın anlamı, mahiyeti ve muhtevası üzerine yeni okumalar mı yapmamız gerekiyor?

                  Vücudumuzun sağlığını muhafaza etmek ve hayatımızı devam ettirebilmek için besleniriz, maddi gıdalar alırız. Ruhumuzu, kalbimizi, vicdanımızı, aklımızı, irademizi, muhakeme gücümüzü, temyiz kabiliyetimizi geliştirebilmek için de iman, bilgi, ibadet, sevgi, adalet ve merhamet gibi manevi gıdalara ihtiyacımız vardır. Nasıl ki abur cubur yemek, dengesiz ve düzensiz beslenmek, gerekenden fazla yemek hastalıklara, vücutta dengesizliklere ve obeziteye sebep oluyorsa, amaçsız, istikametsiz, salt okumak adına yapılan okumalar da manevi hastalıklara, kafa karışıklığına, sıkıntılara ve ruhsal problemlere yol açar.        

Millet olarak az okuduğumuz, dolayısıyla cahil bir toplum olduğumuz vurgusu sıkça yapılır. Avrupalıların, Japonların ne kadar çok okuduğu, otobüste, trende, tramvayda bile kitap okudukları dillendirilir. Kişi başına düşen kitap ve gazete sayısı istatistikleri üzerinden karşılaştırmalar yapılır. Oysa asıl problem kemmiyet (nicelik) problemi değil keyfiyet (nitelik) problemidir. İstatistiklerde onlardan öne geçmekle problemin çözüleceğini sanmak büyük bir yanılgıdır. Neyi, niçin ve nasıl okumamız gerektiği üzerine düşünmeden yani meselenin keyfiyeti üzerine kafa yormadan bu problem çözülmez.

                  Okumanın mutlaka bir dayanak noktası ve bir de istikameti olmalıdır. Okumak; yaratan, yaşatan, besleyen, büyüten, kemale erdiren yani Hâlık ve Rab olan Allah adına olmalı, kalemle öğreten Allah nam-ı hesabına yapılmalıdır. Yani O’nun istediği doğrultuda ve O’nu daha iyi ve doğru bir şekilde tanıyabilmek amacıyla okumalıdır insan. Amaçsız, anlamsız ve istikametsiz okumalar, okumak olamaz. Tek başına okumak (yani yazılı bir metni mesela kitaptan, dergiden, internetten okumak) hakikate ulaşmak için yeterli olmayacaktır.

                  Okumak, ne olursa olsun okumak, amaçsız okumak, kendinde ve kendisi için değerli olan bir eylem değildir. Çok kitap okumak da sanıldığı gibi tek başına bir marifet, bir meziyet değildir. Asıl okunması gereken kitapları ıskalayarak ve çoğunlukla hava atmak kastıyla dünya klasikleri, çok satanlar, popüler ve meşhur edilmiş yazarlar üzerinden güya çok kitap okuyor olmak da bir anlam ifade etmez.

                  Okumayı belli bir gaye için ve istikamet üzere bir hayatı yaşayabilmek adına, doğru bilgiye, salih amele ve güzel ahlaka ulaşmak kastıyla yapmamız gerekmektedir. Ayrıca okumanın sadece yazılı bir metni okumak biçiminde anlaşılması da doğru değildir. İlk nazil olan Alak suresinde okumayı emretmekle vahiy sürecini başlatan Rabbimiz, kendisi adına ve kendisine ulaştıracak bir usulle okumamızı istemektedir. Okumaya Allah adıyla başlamamızı ve okuma sürecinde de hiçbir zaman irtibatı koparmamamızı emretmektedir. Burada Kur’ân’daki okuma emrinin ilk muhatabı olan Hz. Peygamber’in (s.a.s) ümmi olması ve ilk vahiyle muhatap olduğunda “Ben okuma bilmem!” diye cevap vermesi üzerinde de düşünmemiz lazım. Ortada yazılı bir metin yoktur ama peygamberden okuması istenmektedir. O halde nedir okumak?

                  Peygamberimizden ve onun şahsında bizlerden istenen yazılı bir metnin okunması değil, her şeyi Allah ile irtibatlı kılan bir bakış açısıyla hadiselere yaklaşılmasıdır. Buradaki okuma talebinde Allah’ın terbiyesine girilmesi, eşyanın, Allah’a bakan yönü çerçevesinde görülmesi istenmektedir. Var olanları, olayları, olguları, gelişmeleri, dünyayı, ahireti, hayatı, ölümü kısaca her şeyi Allah’a bakan yönüyle görmemiz, bilmemiz ve bu doğrultuda hayatımıza istikamet vermemiz beklenmektedir. Okunması istenen kâinat kitabıdır, insandır, tarihtir, toplumdur. Ve bunların hepsi Allah’ın sonsuz ilmiyle ve kudret eliyle yazdığı kitaplardır. Bu ayetlerde vurgulanan lafzen bir okuma yani kıraat/tilavet değil, düşünme, tefekkür etme, irtibat kurma, her şeyi Allah ile bağlantılı haliyle görmedir. İşte asıl okuma da budur.  

                  Okumaya dair farklı bir boyut da okumanın gayesiyle alakalıdır. Cuma Sûresinde okumanın gayesinden uzaklaşılması durumunda yüklenilen bilgilerin hiçbir anlamı olmadığı belirtilmekte, gereğini yapmadıktan sonra çok bilgi yüklenen kimseler, “kitap yüklü eşeklere” benzetilmektedir. Peygamber Efendimiz de bir yandan “Rabbim ilmimi artır” şeklinde duaya davet edilirken diğer taraftan “faydasız ilimden” Allah’a sığınmaktadır.

                  “Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’ân’ı okumakta acele etme. ‘Rabbim! İlmimi arttır’ de.” (Taha, 20/114).

                  “Allahım! Acizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azabından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takva nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doymak bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 73)

                  Okumanın manasını ve gayesini iyi anlayarak bizlere özlü bir biçimde sunan Yunus Emre, okumanın ruhunu şu şekilde özetlemektedir:

 

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Ya nice okumaktır  

 

Okumaktan murat ne

Kişi Hak'kı bilmektir

Çün okudun bilmezsin

Ha bir kuru emektir

Yazar: 
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.