En Sevgilinin Sevgilisi

Tabiîn neslinin önemli simalarından Mesrûk b. Ecda bir sözünde der ki: “Ben Efendimiz’in (sas) ashâbının birçoğunu gördüm ve onlarla beraber zaman geçirdim. Onların hali aynen şuna benzer: Hani susuzluktan sinesi çatlayan toprağa yağmur yağar da o toprak alabildiğince suyu içerisine alır, gerisi ise tertemiz bir halde toprağın üstünde kalır. Sonra o kalan su, suya ihtiyacı olan canlılardan birini, ikisini, onunu, yüzünü sular. Hatta onlardan bazılarının üstlerindeki su arzın tamamına yetecek gibi olur. İşte sahâbe nesli böyle bir nesildir. Onlar Efendimiz’den (sas) aldıkları mesajları önce içlerine almış, o mesajları içselleştirmiş, sonra da durumlarına göre ümmeti o mesajlarla sulamışlar yani nasiplendirmişlerdir.” (Zehebî, et-Tefsir ve’l-Müfessirûn, I, 36)

 

Öyle Birine Misafir Olacağız ki… 

Öyle birine misafir olacağız ki Kur’ân’ı ve Sünneti onun kadar içselleştirip, onun kadar anlayan çok az isim var ashâb içerisinde… 

Öyle birine misafir olacağız ki onun vahyin suyu ile sünnetin iksiri ile sulamadığı zaman ve mekân yok, ilk günden bu tarafa milyonlarca mü’mini ve mü’mineyi sulayıp nasiplendiren birisi…

Öyle birine misafir olacağız ki Kur'ân’ın her sûresini, her ayetini, hatta her harfini en ince detaylarına kadar bilen birisi…

Öyle birine misafir olacağız ki iffeti, namusu Kur'ân tarafından tescillenmiş, hakkında onlarca ayet nazil olmuş, kendisi ise onlarca ayetin sebeb-i nüzûlü olmuş, Cebrail Hücre-i Saâdet’e gelince onun hanesine gelmiş, selam getirmiş, selamı işitmiş biri…

Öyle birine misafir olacağız ki Rasûlullah’ın (sas) hayatının her karesine ondan daha fazla vakıf biri yok… Belki Efendimiz’in (sas) hanesine, Medine döneminde girdi doğru ama merak ve dikkati ile Mekke dönemine ait en önemli şeyleri bize öğreten yine o... Dolayısı ile o, Efendimiz’i (sas) yansıtan bir ayna, hücre-i Saâdet ile  Hicaz ahalisi arasında, saadet asrı ile çağlar arasında köprü olmuş biridir o…

Öyle birine konuk olacağız ki Efendimiz’in (sas) kutlu sözlerinden tam 2210 tanesini bize ulaştırmıştır o…Onun diğer annelerimizden en büyük farklarından biri de rivayetlerinin bu düzeyde olmasıdır. Âişe annemiz 2210 hadis rivayet ederken, onu ikinci sırada takip eden annemiz Ümmü Seleme’dir, onun rivayetleri ise 378’dir. Sadece bu fark bile Âişe annemizin konumunu anlamamız açısından çok mühimdir.

Öyle birine konuk olacağız ki o sahâbenin en âlimlerinden, en fakihlerinden, en müçtehitlerinden ve dirayetlilerindendir. Düşünebiliyor musunuz; Ebû Hureyre gibi, Abdullah b. Ömer gibi, Abdullah b. Abbâs gibi her biri sahasında bir dağ, bir dev olan bu isimlerin yanlışlarını düzeltmiş, onlara işin doğrusunu göstermiştir. Merak eden Zerkeşi’nin el-İcâbe li îrâdi mâ’stedrekethu Â’işe alâ’s-Sahâbe isimli kitabına baksın orada Hz. Âişe’nin onlarca rivayet ve fetvaya nasıl karşı çıkıp, yanlış ve eksik anlayışları düzelttiğini göreceksiniz.

Öyle birine konuk olacağız ki yine size Mesrûk b. Ecda’nın başka bir sözünü aktarayım: “Âişe annemiz, Allah’ın sevgilisinin sevgilisi idi.” (İbnSa’d, Tabakât, VIII, 178-187) Yani o, Hz. Ali’nin ifadesi ile “Haliletü Rasûlillah/Rasûlullah’ın Sevgilisi” idi. (İbnSa’d, Tabakât, X, 64) Hz. Hatice annemizden sonra, Efendimiz’in (sas) dünyasında bambaşka bir yeri olan bir annemiz idi.

Öyle birine konuk olacağız ki 23 yıllık nübüvvet tarihinin tamamını, 2,5 yıl babası Hz. Ebû Bekir’in hilafet günlerinin tamamını, 10,5 yıl Hz. Ömer’in hilafet günlerinin tamamını, 12 yıl Hz. Osman’ın hilafet günlerinin tamamını, 5,5 yıl Hz. Ali’nin hilafet günlerinin tamamını yaşamış ve şahit olmuş birisi o...

Dolayısı ile Hz. Âişe demek, tefsir, hadis, fıkıh, akaid, kıraat demek olduğu gibi; Hz. Âişe demek, siyer, meğazi ve tarih demektir. Bugün siyer ilminin ilk üstadı kabul edilen Urve b. Zübeyr, Âişe validemizin yeğenidir; Hz. Âişe onun teyzesidir, dolayısı ile Urve, bu yakınlıktan dolayı onun yanından bir ömür ayrılmamış ve nice tarihi bilgiyi bize aktarmıştır.

Allah aşkına böyle bir ismi, birkaç sayfa içerisinde anlatmak mümkün müdür? Hz. Âişe’yi tüm boyutları ile anlatmak imkân dâhilinde midir? Elbette değildir. Bundan dolayı biz burada Hz. Âişe’nin hayatının sadece bir bölümünü anlatmaya çalışacağız.

 

Evliliği ve Hücre-i Saadet Yılları

Hicret olup Medine’ye gelinince, Mescid-i Nebevî’nin inşası devam ederken Efendimiz, Sevde validemizle Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evinde misafir olarak kalıyordu. Mescid bitip, Efendimiz’e (sas) ait önce bir, sonra iki oda yapılınca düğün oluyor ve Âişe annemiz Hücre-i Saâdet’e hicretin ilk senesinde tam ayını da vereyim, hicretin üzerinden 7 ay geçmişken, yine bir Şevval ayında o eve gelin olarak gidiyordu.

Ayı özellikle belirtik, çünkü Âişe annemiz de belirtmiş. Bizde halen Anadolu’nun bazı yerlerinde var olan bir yanlış anlayış var ya: “İki bayram arasında düğün uğursuzluktur” diye, aynı yanlış anlayış Medine’de de var. Ensâr’dan bazı hanımlar bunu söyleyince Âişe annemiz diyecek ki: “Rasûlullah benimle bir Şevval ayında nikâhlandı ve düğün yaptı.Söyler misiniz bizim evliliğimizden daha hayırlı bir evlilik mi var?”(Müslim, Nikâh, 73)

9 yıl sürecek bir evlilik hem de ne evlilik? Acısıyla tatlısıyla, fakirliğiyle zenginliğiyle, kavgasıyla barışıyla, sevinciyle hüznüyle örnek olan bir evlilik… Peygamberin evinde kavga olur mu, acılık olur mu? Olmaz mı? Peygamber’in evi olsa bile onlar da birer insan, dolayısı ile onların evinde de herkesin evinde olan bazı hadiseler yaşanabilir. Bundan dolayı evlilik deyince öyle birilerinin gösterdiği gibi toz-pembe bir hayat yoktur. Evlilik dediğiniz şey bir ibadettir, hangi ibadetin külfeti yok ki evliliğin de olmasın. Dolayısı ile bu meseleyi hayali şeylerden hakikate taşımamız gerekir, beklentilerimizi makul bir noktaya getirerek saâdeti elde etmemiz gerekir. İşte Peygamber’in evi bize bunu da öğretir.

 

Âişe Annemizin Efendimiz’e (sas) Olan Sevgisi

Âişe annemiz her kadın gibi eşini çok seviyor ve Hz. Peygamber’i (sas)  başkalarından kıskanıyordu. Ama Âişe annemizin imtihanına bakar mısınız? Hücre-i Saâdet’e ilk geldiği zaman bir Sevde vardı, bir de kendisi… Efendimiz (sas) bir gün Sevde validemizin yanında gecelerdi, bir gün Âişe validemizin… Bazen Âişe annemiz Sevde validemizin gönlünü alır, onun sırasını da kapardı. Ama gün geldi o eve Hafsa girdi, Ümmü Seleme girdi, Zeyneb bint Cahş girdi, Safiyye girdi, Meymûne girdi, girdi de girdi ve Âişe annemiz 9 günde bir Efendimiz (sas) ile baş başa kalmaya başladı. Buna rağmen bazen çok sıkıntı çekse de Peygamber evine hanım olmanın sorumluluğu altında hep inledi durdu. Çok zor bir imtihandı, ama o bu imtihanı yüzünün akı ile tamamladı. Efendimiz (sas) vefat ettiğinde 28 yaşlarında idi, ondan sonra 46-47 yıl dul olarak yaşayacaktı, o günlerde de hep kendisine yakışır bir kamet ortaya koyacaktı. 

Sıranın kendisinde olduğu bir gece, gecenin ilerleyen saatlerinde uyandı, lambasız o evde elini yatakta gezdirdi. Efendimiz (sas) yoktu. Kalktı, sinirlenmiş, aklına başka şeyler gelmişti. O an bir karartı hissetti elini götürdü, Efendimiz (sas) namazdaydı, eli mübarek ayaklarına değdi. Derin bir nefes aldı, bir taraftan da utandı Efendimiz (sas) için aklından geçirdiklerine… Efendimiz (sas) namazını bitirince dedi ki: “Anam, babam sana feda olsun Ya Rasûlallah! Ne olur beni affet. Ben senin hakkında başka şeyler düşünürken sen neyle meşgulmüşsün.”(İbnSa’d,Tabakât, X, 57-83)

Başka bir geceyi anlatıyor annemiz, o anlatmasa biz nerden bileceğiz.“Sıranın bende olduğu bir gece benim yanıma geldi. Ama tuhaf bir hali vardı. Sanki biraz sonra kalkacakmış gibi terliklerini görünen bir yere koydu. Elbiselerini hemen başucuna… Ben kendi kendime dedim ki: ‘Beni uyutacak diğer hanımlara gidecek!’” Efendimiz (sas) asla bunu yapmazdı. Âişe annemiz de bunu biliyor, ama kadın fıtratı ister istemez kıskanıyor. Âişe annemiz biraz uykuyu sever; ama o gece büyük bir inatla uyumamaya çalışıyor. Gecenin ilerleyen vakti Efendimiz (sas) kalkıyor. Âişe annemizi rahatsız etmemek için özen gösteriyor. Elbisesini giyiyor, terliklerini eline alarak dışarı çıkıyor. Âişe annemiz uyuyor gibi yapıyor ama uyanık, hemen kalkıyor ve Efendimiz’in (sas) arkasına takılıyor. Efendimiz (sas) yürüyor,yürüyor, Baki Kabristanlığı’na geliyor, orada bir köşede oturup uzun uzun kabir sakinlerine dua ve istiğfarda bulunuyor. Âişe annemiz bu tabloyu uzaktan seyrediyor. Efendimiz (sas) duasını bitirince, eve doğru yöneliyor, o ise Efendimiz’e (sas) yakalanmamak için koşa koşa eve dönüyor, üstünü çıkarıp yatağa giriyor. Ama nefes nefese kalmış, terler içerisinde… Efendimiz (sas) hücre-i Saâdete girince Âişe annemizin o halini görüyor ve diyor ki: “Ya Âîş” Âişe değil, Âîş ? Ne demek? Ayşem, demek: “Ayşem! Ne bu hal? Nefes nefesesin?” Annemiz “Yok bir şey” diyor. Efendimiz (sas): “Var,var” diyor; ama annemiz söylemiyor. Bunun üzerine Efendimiz (sas) diyor ki: “Bana anlatacak mısın ne olduğunu yoksa Latif ve Habir olan Mevlam, Cebrail’i gönderip, bana haberini versin mi?” Bu tehdidi duyunca annemiz telaşlanıyor; “Aman Ya Rasûlullah! Cebrail bu iş için gelmesin” mesele şundan ibaret deyip başlıyor anlatmaya… O anlattıkça Efendimiz (sas) gülüyor: “Demek önümdeki karartı sendin öyle mi?” diyerek tebessüm ediyor. (Müslim, Cenâiz, 102; Nesai, Cenâiz, 103; İbn Mace, Cenâiz, 36)

 

Menfaat Değil, Merhamet

Hz. Âişe annemiz Efendimiz’in (sas) hayatından bize bir sünnet aktarıyor. Hem de çok önemli bir sünnet... Sünnet deyince sadece akıllarına tabakların altını sıyırmak gelen, pazarlık yapmak gelen bu çağın insanının bu sünnetten alacağı çok ama çok önemli dersler var... Annemiz diyor ki: “Rasûlullah (sas) hayatı boyunca ne bir hanımına ne bir cariyesine ne de bir hizmetçisine bir fiske dahi vurmadı, kötü bir söz söylemedi, onları rencide etmedi.”(Müslim,Fedâil, 79;Ebû Davud,Edeb, 4)

Sünnet üzere yaşamak mı istiyorsunuz, sünneti ihya etmek mi istiyorsunuz, alın size çok önemli bir sünnet… O’nun (sas) evlilik için koyduğu en önemli sünnet, eşler arasında menfaate dayalı değil, merhamete dayalı bir sevgidir. Hem de gerçek sevgi… Nasıl mı?

Annemiz anlatıyor: “Beraberce sofraya oturduğumuz bir gün et yiyoruz. Rasûlullah (sas) benim elime aldığım ve ısırdığım eti elimden alıyor, tam ısırdığım yerden ısırıyor. Su içmek istediğim zaman benim bardağımı alıyor ve tam içtiğim yerden içiyordu. Neden böyle yaptığını sorduğumda: “Ya Âiş! Dudağım, dudağının değdiği yere değsin istiyorum” (Müslim, Hayz, 14; Ebû Davud, Tahâre 103) diyordu.

Âişe annemiz Efendimiz’den (sas) böyle bir sevgi görüyor ve öğreniyordu. O bunu gördükçe yüreğindeki sevgi artıkça artıyordu. Nasıl mı? Âişe annemizin sevgisini anlayalım: Bir gün annemiz almış yanına Medineli hanımları, onlara kıssaların en güzeli olan Yusuf kıssasını anlatıyor. Züleyha’nın Hz. Yusuf’a duyduğu aşk ve sonrasında olan hadiseler, bunun sarayda duyulması ve Mısır’ın kadınlarının Züleyha’yı kınamaları… Züleyha sıradan bir adama aşık olmadığını Mısırlı kadınlara göstermek için ne yapıyor, bir yemek tertip ediyor, yemekler yeniyor, sonra sofraya meyveler geliyor, kadınlar ellerinde bıçaklar meyveleri keserlerken Yusuf içeriye alınıyor. Yusuf ’un o güzelliğini gören kadınlar meyve yerine ellerini kesmeye başlıyorlar.(Yusuf, 12/30-32) Böylelikle Züleyha’yı kınamaktan vazgeçiyorlar. Âişe annemiz bunu anlatıyor sonra diyor ki:“Mısırlı kadınlar Yusuf’u görünce onun güzelliğinden dolayı bıçaklarla ellerini kestiler, eğer onlar benim efendimi görselerdi, onun güzelliği karşısında o bıçakları sinelerine saplarlardı.” (Alûsi,Rûhu’l-Meânî, XIII, 77)

Âişe annemizin Efendimiz’e (sas) duyduğu sevda bu… Ya Efendimiz’in, Âişe annemize duyduğu sevda? Amr b. Âs (ra) Müslüman oluşunun üzerinden çok fazla vakit geçmeden Zatü’s-Selasil Seriyyesi’ne komutan olarak atanmış, askerleri içerisinde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû Ubeyde b. Cerrah ve daha nice ashâbın büyükleri var. Daha yeni Müslüman olmuş Amr b. Âs, böyle bir seriyyeye de komutan tayin edilince kendi kendine ‘demek ki Efendimiz (sas) herhalde beni çok seviyor hem de herkesten çok seviyor ki beni böyle bir birliğe komutan olarak atadı’ düşüncesine kapılmış. Sefer bitmiş, Amr b. Âs, büyük bir başarı ile Medine’ye dönmüş, olan biteni Efendimiz’e (sas) rapor ettikten sonra, şöyle bir soru sormuş: “Ya Rasûlullah! İnsanlar içerisinde sana en sevgili gelen kimdir?” Efendimiz (sas) Amr b. Âs’ın maksadını çok iyi anlamıştır hem ona bir cevap hem de bir hakikati ifade etme maksadı ile demiştir ki: “Âişe’yi” Amr: “Ya Rasûlallah! Kadınlardan demiyorum, erkeklerden en fazla kimi seviyorsun?” Cevap: “Ebiha/ Onun babası, Âişe’nin babası...” İfadeye dikkat buyurun Ebû Bekir değil, Âişe’nin babası... Amr devam ediyor: “Ya ondan sonra?”, “Ömer” diyor Efendimiz… Amr devam ediyor, “Ondan sonra, ondan sonra” bakıyor ki kendine sıranın geleceği yoktur. Daha fazla gerilere düşmek istemediğinden soru sormayı bırakıyor. (Buhari, Fedâilü’s-Sahâbe, 5; Muslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 8)

Efendimiz’in (sas): “Kimi çok seviyorsun” sorusuna muhatap olur olmaz Âişe demesi, onu ne kadar sevdiğini bize gösterir değil mi? Sahâbe bunu çok iyi anlamıştı. Bundan dolayı, eğer bazen Efendimiz’e (sas) bir şey diyeceklerse, bazen bir konuda O’nunla istişare edeceklerse veya izin alacaklarsa veyahut bir hediye takdim edeceklerse hep bekler, Efendimiz’in (sas) Âişe’nin odasında olacağı günü gözler, onun yanına gelince de onlar da gelir dertlerini söylerlerdi.

 

En Yüce Dosta Yürürken

Bir gün Efendimiz (sas), Âişe annemize dedi ki: “Ey Âişe! Ben senin konuşmandan hemen anlarım bana kızgın olup olmadığını?” Âişe annemiz, bazen kızgın olduğu zamanlarda bunu belli etmemeye çalışırdı. Ama  Efendimiz’in (sas) bunu nasıl anladığını merak etmişti. Sordu: “Ya Rasûlallah! Bunu nasıl anlıyorsun?” Efendimiz (sas) dedi ki: “Ey Âişe! Eğer bana kızmışsan bir şey söylediğin zaman ‘İbrahim’in Rabbine yemin olsun ki’ diyorsun, eğer benden hoşnutsan, ‘Muhammed’in Rabbine yemin olsun ki’ diyorsun?”

Âişe annemiz bu ince düşüncenin fark edilişine bir yönü ile sevindi ve dedi ki: “Vallahi doğru Ya Rasûlallah! Ancak şu andan itibaren sana söz veriyorum, bundan böyle senin isminin dışında bir ismi ağzıma almayacağım, ne kadar kızgın olursam olayım, yine de senin isminle yemin edeceğim.”(Buhari, Nikâh, 108;Müslim,Fedâilü’s-Sahâbe, 80)

İşte o hane böyle bir hane idi. Son olarak bir noktaya dikkatlerinizi çekeyim: Rasûlullah (sas) ne hal üzere vefat etti, biliyor musunuz? Eğer bilmiyorsanız, aklınıza şöyle bir tablo gelecektir. Her halde Allah Rasûlü (sas) ya namazda secde halinde ya Kur'ân başında ya da başka bir ibadet halinde ruhunu Rahman’a teslim etmiştir. Ama bakın Efendimiz’in (sas) hayatının son anlarına bunların hiçbiri değil? Efendimiz (sas) Allah’a yürürken kendi deyimi ile “ile’l-Refik-i Â’lâ/ en yüce dosta” yürürken, o mübarek başı, Âişe’nin göğsü üzerinde idi. Başını Âişe’nin sinesine yaslayarak bu dünyadan ebedi âleme yürümüştü. Sadece Efendimiz’in (sas) bu hali bile eşler arası ilişki için bize çok şeyler söylemektedir. İnşallah duyanlardan oluruz. Duyup da uyuyanlardan değil, duyup da uyanlardan oluruz.