Sünnetin Genel Özellikleri-1

A) Sünnetin Diriltici ve Hayati Oluşu:

İnsanın, biyolojik ve maddi varlığını sürdürebilmesi için nasıl havaya, suya ve gıdaya ihtiyacı varsa, psikolojik ve manevi varlığını canlı tutabilmesi için de Kur’ân’a ve sünnete ihtiyacı vardır. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdıkları zaman Allah’ın ve Peygamberin çağrısına uyun. Hem bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve muhakkak ki siz O’nun huzurunda toplanacaksınız.”[1] Bu âyet-i kerime, Kur’ân ve sünnetin Müslümanlar için sonsuz bir hayat kaynağı ve bir çeşit âb-ı hayat olduğunu ortaya koymaktadır. Öyle ki Kuran ve Sünnetin emir ve yasaklarına harfiyen uyanlar manevi ve psikolojik haytalarında hep diri, hep canlı olurlar. Dolayısıyla Kur’ân ve sünnetten uzak yaşamak manevi olarak ölmek demektir. Ne mutlu Kur’ân ve sünnet pınarlarından kana kana içenlere! 

Yüce rabbimiz başka bir âyette de şöyle buyurmuştur:

”Allah’a ve Peygambere itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.”[2]

Bu ilâhî ferman biz Allah’ın sevgi ve merhametine kavuşmanın biricik yolunu göstermektedir. İslâmî anlayışımızda yağmur, Allah’ın merhameti olarak kabul edilir.[3] O rahmet sebebiyledir ki ilkbaharda yağmur yağınca tabiat canlanır, çiçekler açar. Tıpkı bunun gibi Kur’ân ve sünnetin diriltici yağmurları mümin gönüllere yağdığında o gönüllerde çiçekler açar. Artık o mümin ne kadar bela ve sıkıntıya uğrasa da manevi hayatında ilkbaharı yaşar. Hz. Bilâller, Hz. Sümeyyeler gibi kırbaç altında, işkence altında da olsa gönül huzurunu hiçbir zaman kaybetmez. Dünyada da ahrette mutluluğu yakalar.

Sevgili Peygamberimizin bizzat kendisi âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir: “Biz Seni ancak âlemlere rahmet olasın diye gönderdik.”[4] Kendisi başlı başına rahmet vesilesi olan Peygamberimizin tertemiz sünneti hiç rahmete kapı açmaz mı?

Peygamber Efendimiz kendisine itaat edip getirdiklerine cân-u gönülden bağlanmamızın önemini bazı hadis-i şeriflerinde pek güzel ifade buyurmuşlardır. Şimdi bunları görelim:

“Benimle insanların durumu ateş yakan bir insanın durumuna benzer: Ateş yanıp etrafı aydınlatınca uçan böcekler ve diğer haşerat (yaratılışları gereği) kendilerini ateşe atmaya başlar. Adam (merhametinden dolayı) onları uzaklaştırmaya çalışır. Fakat onlar adamın elinden kurtulur ve ateşe atılırlar. (Aynı şekilde) bende sizi ateşten çekebilmek için eteklerinizden tutup asılıyorum. ‘Buraya gelin! Ateşten uzaklaşın!’ diyorum. Siz ise elimden kurtulup ona atılıyorsunuz.”[5]

“Benim ile Allah tarafından yerine getirilmekle görevlendirildiğim vazifenin örneği şudur: Bir adam kendi milletine ve yakınlarına gelerek, ‘Ey kavmim! Ben düşman ordusunu şu iki gözümle gördüm. İşte ben apaçık bir uyarıcıyım. Haydi, kaçın kurtulun!’ diye bağırır. Onu duyan halkının bir kısmı sözlerine inanır ve gece vakti hemen yola çıkarlar. Fazla telaşa kapılmadan yürüyüp gider ve kurtulurlar. Diğer kısmı ise onun sözüne inanmaz, bir yere kıpırdamazlar. Düşman ordusu ise sabah erkenden baskın verir. Hepsini yok ederek köklerini kurutur. İşte Bana itaat ederek getirdiğim dine tâbi olan kimselerle, Bana karşı gelen ve getirdiğim Hakkı (apaçık gerçekleri) yalanlayan kimselerin hali ve örneği budur.”[6]

Bir defasında Peygamberimiz uyurken beyaz elbiseler giyinmiş iki melek gelerek O’nun başucuna ve ayak yanına oturup şöyle konuşmaya başlamıştır:

“…(Ey Muhammed)! Sen ve ümmetin şuna benzersiniz: Bir hükümdar vardır. Bir arsa edinmiş sonra bir ev yapmıştır. Daha sonra bir sofra kurmuş, bir elçi gönderip halkı yemeğine davet etmiştir. Kimisi elçinin davetini kabul etmiş, kimisi de kabul etmemiştir. İşte hükümdar Allah’tır. Arsa İslâm’dır. Ev cennettir. Sen Ey Muhammed! Allah’ın elçisisin. Kim davetini kabul ederse İslâm’a girer. Kim de İslâm’a girerse cennete girer. Kim de cennete girerse oradaki yemekleri ve meyveleri yer.”[7]

Sevgili Peygamberimiz bütün bu hadis-i şeriflerinde sünnete uymanın bizler için ne kadar önemli olduğunu; korkunç felaketlerden kurtarıcı ve sonsuz nimetlere ulaştırıcı olduğunu merhametli ve sevgi dolu üslûbuyla haber vermektedir.

Bir âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“(Ey Muhammed!) Sen içlerinde olduğun sürece Allah onlara azap etmez.”[8]

Bir âyet-i kerime bize çok önemli bir gerçeği haber vermektedir. Şöyle ki, sadece ahirette değil, dünyada da azaptan ve helâk olmaktan kurtulmamızın ilk şartı Peygamber Efendimizin içimizde olması; O’nunla birlikte yaşamamızdır. Buradan sadece Hz. Peygamber (as) devrinde yaşayanların azaptan kurtulacağı anlaşılmamalıdır. Eğer Allah Resûlü’nün (as) sünnetini kişisel ve sosyal hayatımızın her anında yaşatabiliyorsak Hz. Peygamber (as) bizim içimizde demektir. Sonuç olarak diyebiliriz ki hükmü kıyamete kadar geçerli olan bu âyet-i kerime dünyada da azap ve helâk oluştan kurtuluşun Sünnete uygun olarak ve Allah’tan bağışlanma dileyerek yaşamaktan geçtiğini ortaya koymaktadır.

Sünnetin kurtarıcı ve hayati oluşunu bir âlimin verdiği şu örnekle de açıklayabiliriz: “Nasıl ki karanlık ve tehlikelerle dolu bir ormandan sağ salim çıkmak isteyen bir kimsenin, a) Tehlikeli bölgelerini ve güvenli yolları gösteren bir haritaya, b) Doğru yön tayinine yarayan bir pusulaya, c) Etrafı aydınlatacak bir fenere, d) Haritadaki işaretlerin inceliklerini çok iyi bilen bir kılavuza ihtiyaç varsa; aynen bunun gibi zulüm ve tehlikelerle dolu dünya imtihanından da başarıyla çıkabilmek için akıl bir pusula, iman önümüzü aydınlatan bir fener, Kur’ân tehlikeleri ve kurtuluş yollarını gösteren bir harita ve sünnet de Kur’ân haritasının inceliklerini açıklayan bir kılavuzdur.”

Sonuç olarak, unutmamalıyız ki İslâm’ı güzel bir şekilde yaşayıp dünya ve ahiret mutluluğunu kazanabilmek için Kur’ân’ın otuzdan fazla âyetinde Peygambere itaat emri olarak geçmektedir.[9] Peygambere itaat O’nun emir ve yasaklarının olduğu her konuda olmalıdır:

“Peygamber size her ne verirse onu alın, her neyi yasaklarsa ondan da kaçının.”[10] Peygambere itaat, aynı zamanda O’nu gönderen Allah’a itaat demektir.

“Kim Elçiye itaat ederse, aslında Allah’a itaat etmiş olur.”[11]

Allah ve Elçisinin bir emir veya yasağı söz konusu olduğu zaman iman etmiş erkek ve kadın o konuda başka bir yol izleyemez: “Allah ve Elçisi herhangi bir konuda hüküm verdiğinde inanmış bir erkek ve kadın o konuda kendi isteklerine göre başka türlü bir seçimde bulunamazlar. Kim Allah’a ve Resûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”[12]

                                                                                                                                                       Devam edecek…

 

Erol DEMİRYÜREK

 

 


 

[1] Enfal sûresi, 24.

 

[2] Âl-i İmran sûresi, 132.

[3] Bkz. Rum sûresi, 50.

[4] Enbiya sûresi, 107.

[5] Müslim, Fedail: 18, Rikak: 26.

[6] Buharî, Rikak: 26, İtisam: 2; Müslim, Fezail: 16.

[7] Tirmizî, Emsal 1, No. 2860-2861; Buharî, İtisam: 2.

[8] Enfal sûresi, 33.

[9] M. Fuad Abdulbaki, el-Mu’cem,”Ta-ve-a”ve “Rasul”maddeleri.

[10] Haşr sûresi, 7.

[11] Nisa sûresi, 80.

[12] Ahzab sûresi, 36.

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.