Siyer-i Nebi Dersleri-3: Fil Vakası

Haşimoğullarının genç yaşta dul kalan gelini,  Abdullah’ın yetiminin doğumunu beklediği sırada Kâbe ve çevresi putlarla doldurulmuştu. Mekke zulmün, Kâbe ise şirkin esiri olmuştu. Oysaki Mekke, Nemrutlarla, Firavunlarla savaşmış mücahit bir peygamberin şehri, Kâbe ise tevhid inancının sembolü, Allah’ın evi ve İbrahim’in hatırasıydı. Şimdi ise Nemrutlar Mekke’ye egemen olmuş, Kâbe put haneye dönüşmüştü.

Arap yarımadasının dört bir yanından insanlar her mevsim Mekke’ye geliyor, Kâbe ve çevresindeki putlarını ziyaret ediyorlardı. Mekke yakınlarında panayırlar kuruluyor, yarımadanın ticari ve kültürel hayatı burada şekilleniyordu. Kureyş kabilesi ise bu durumdan en iyi bir şekilde yararlanıyor, ekonomik gücünü sürekli arttırıyordu. Kâbe’nin Mekke ve Kureyşlilere sağladığı ayrıcalık o sırada Habeşistan’ın Yemen valisi olan Ebrehe’yi rahatsız etti. Ebrehe, Kâbe hakkında yaptığı araştırmada onun dört duvardan ibaret basit bir bina olduğunu öğrenmiş, Kâbe’ye alternatif muhteşem bir bina yapmaya karar vermişti.

Ebrehe, gerek Habeşistan hükümdarının gerekse Bizans İmparatorunun yardımıyla başkent Sana’da Kulleys adında ihtişamlı bir kilise inşa etti. Araplar artık Kâbe’ye değil Kulleys’e gelecek, Mekke değil Yemen zenginleşecek, yarımadanın sermayesi Ebrehe’nin eline geçecekti. Ayrıca herkes kısa zamanda Hıristiyan olacaktı. Arap yarımadasının her köşesine elçiler gönderildi, haberler salındı. Kulleys’in ihtişamı, Ebrehe’nin dillere destan kudreti anlatılarak bütün Araplar Yemen’e davet edildi. Ancak Arapların bu davete tepkisi hiç de Ebrehe’nin umduğu gibi olmadı.

Araplardan bazıları gizli gizli Kulleys’e giriyor, orayı kirletiyor, hayvan leşleriyle dolduruyorlardı. Nihayet Kureyşli bazı gençler Kulleys’i yakmaya dahi teşebbüs etti. Olup bitenleri öfkeyle takip eden Ebrehe, Kulleys’e ve kendisine yapılan hakaretlere karşılık Kâbe’yi yıkmaya karar verdi. Kâbe var oldukça yaptığı binanın hiçbir kıymeti olmayacak, Ebrehe amacına ulaşamayacaktı. Bu sebeple Arapları tahrik etmiş, onların öfkeyle Kulleyse yaptıklarını, Kâbe’yi yıkma arzusuna bahane göstermişti.[1]

Habeşistan hükümdarının gönderdiği filler ve askerlerle güçlenen Ebrehe, ordusunun başında Mekke’ye doğru harekete geçti. Altmış bin askerin önünde on üç tane fil bulunuyor, hiçbir gücün bu orduya zarar verebileceğine ihtimal verilmiyordu. Bazı Arap kabileleri ataları Hz. İbrahim’in mirasını korumak üzere harekete geçmiş ancak hiçbir varlık gösteremeyip esir alınarak canlarını zor kurtarmışlardı.[2]

Ebrehe’nin ordusu Taif önlerine geldiğinde şehirde yaşayan Sakif kabilesi, Kâbe’den çoktan vazgeçmiş, putları Lat’ı korumanın derdine düşmüştü. Ebrehe’yi memnun etmek amacıyla onu en kısa yoldan Kâbe’ye ulaştıracak bir kılavuz vermişlerdi. Ne var ki Ebû Riğal isimli kılavuz Mekke yakınlarındaki Muğammis denilen yerde vefat etti. Araplar yüzyıllar boyunca zavallı adamın mezarını taşa tutmuşlardı.[3]

Ebrehe’nin ordusu Mekke’ye yaklaştığında öncü birlikleri, Kureşlilerin mallarına, develerine el koydular. Efendimizin dedesi Abdülmuttalibin de iki yüz devesini aldılar. Kureyşliler yaklaşan felaketi görüyor ama ellerinden hiçbir şeyin gelemeyeceğini de biliyorlardı. Nihayet Ebrehe’nin elçisi Hunata el-Himyeri Mekke’ye girerek hükümdarın mesajını Kureyşlilere iletti. Ebrehe, Mekke halkına dokunmayacak, Kâbe’yi yıktıktan sonra şehri terk edecekti. Elçi, Mekkelilerin lideri olan Abdülmuttalib’le görüştükten sonra onu Ebrehe’nin yanına götürerek huzura çıkardı.

Kureyş lideri Abdülmuttalib ilerlemiş yaşına rağmen görenleri kendisine hayran bırakan heybet dolu, yakışıklı bir kimseydi. Ebrehe, onu gayet iyi karşılamış ve bir isteği olup olmadığını sormuştu. Abdülmuttalib, askerlerin iki yüz devesine el koyduklarını belirterek develerin kendisine geri verilmesini istedi. Onun bu sözlerine çok şaşıran Ebrehe, hayretini şu sözlerle iade etti:

“Seni ilk gördüğümde heybetin beni çok etkilemişti. Ancak bu sözlerin seni gözümden düşürdü. Atalarının mabedinin yıkılmaması için bana yalvarman gerekirken sen develerinin derdine düşmüş, onları istiyorsun.”

Abdülmuttalib’in bu sözlere cevabı oldukça sert ve kesin oldu:

Ben develerimin sahibiyim. Develerimi istiyorum. Kâbe’ye gelince; onun sahibi Allah’tır ve Allah evini kesinlikle koruyacaktır.”[4] Bu sözler ancak yüreği iman dolu bir kimse tarafından söylenebilir ki Efendimizin dedesi işte böyle bir kimsedir.

Abdülmuttalib, Ebrehe’yi Kâbe’yi yıkmaması için ikna etmeye çalışıp, ona çeşitli tekliflerde bulunduysa da herhangi bir sonuç alamadan Mekke’ye geri döndü. Kureyşlilere; kendilerini korumalarını, çevredeki vadi ve dağlara sığınmalarını emretti. Kâbe’de Kureyşlilerin ibadet ettikleri 360 tane put vardı ama hiçbir Kureyşli onlara yalvarmıyor, başlarındaki felaketten kurtarması için Allah’a dua ediyorlardı. İnsanlar Kâbe’nin sonunu izlemek amacıyla dağların başına gittikleri vakit, Abdülmuttalib Kâbe’nin kapısına yapışarak şöyle dua etti:

Ya Rab, bir kul dahi kendi evini korur. Sen de beytini koru. Ya Rab, onlara karşı ümit bağladığım Senden başka hiçbir kimsem yoktur. Sen onlardan kendi beytini koru. Bu evin düşmanı Senin de düşmanındır. Onları beytini yıkmaktan alıkoy.[5]

Ebrehe ve askerleri bütün hazırlıklarını tamamlayıp Mekke’ye girecekleri sırada,  merhameti her şeyi aşmış olan Rabbimiz onlara son bir fırsat daha verdi. Ordunun önünde bulunan ve Kâbe’yi yıkacak olan büyük fil durarak yere çöktü. Fili ayağa kaldırmak için çok uğraştılarsa da fayda etmedi. File baltalarla, mızraklarla işkence ettilerse de fil kıpırdamadı. Filin yönünü güneye çevirdiklerinde fil kalkıp koşuyor, Kâbe’ye yönelttiklerinde ise fil hareket dahi etmiyordu.[6] Yemenden Kâbe’ye kadar gelmiş bir hayvanın bu şekilde durmasının bir sebebi olduğunu düşünebilselerdi, Ebrehe ve askerleri helak olmaktan belki de kurtulacaklardı. Ancak kendisine çok fazla güvenen insanlar etraflarında yaşananlardan hiçbir ders almazlardı.

Fili hareket ettiremeyen Habeş ordusu kısa bir süre sonra ilahî azapla, büyük felaketle karşılaştı. Kızıldeniz tarafından gelen Ebabil kuşları attıkları taşlarla Yemen ordusunu perişan etti. Her kuş biri gagasında, ikisi de ayaklarında üçer taş taşıyordu. Kuşların attıkları taşlar askerlerin vücutlarını parçalıyor, Habeş ordusu Yemen’e doğru kaçmak için çabalıyordu. Ama Allah’tan nasıl kaçılabilirdi?

Ebrehe de atılan taşlar sebebiyle yaralanmış, güçlükle Yemene ulaşabilmiş ve burada zavallı bir halde yok olup gitmiştir.[7] Kur’ân-ı Kerim, Fil ashabını ve onların ibret dolu sonunu şu şekilde anlatmaktadır:

“Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine pişirilmiş çamurdan taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi. Nihayet onları hayvanlar tarafından yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı.”[8]

Fil vakasından sonra Mekke ve Kâbe’nin kıymeti, Arapların nezdinde daha da artmıştır. Kâbe’nin Allah tarafından korunması sebebiyle Kâbe çevresinde yaşayan Kureyş kabilesi, Ehlullah ve Carullah olarak nitelendirilerek yarımada halkı tarafından sevgi ve itibar görmüşlerdir.[9] Kureyşliler, Fil vakasından ciddi şekilde etkilenmişlerdir. Onların bu olay sebebiyle yedi ya da on yıl Allah’tan başkasına ibadet etmedikleri ve putları terk ettikleri rivayet edilmektedir.

Yeryüzünün en kuvvetli orduları ve en güçlü silahları dahi Allah (cc)’nin koruması altında bulunanlara hiçbir zarar veremez. Altmış bin kişilik düzenli bir ordu, önlerinde kurşun dahi işlemeyen filler olduğu halde, hiçbir savunması olmayan Kâbe’yi yıkmaya güç yetirememiş, Rabbimiz gökten indirdiği ordularla değil, bildiğimiz kuşlar vesilesiyle onları mahvı perişan etmiştir. Ateşlerin yakamadığı Peygamberin hatırasına Ebrehe’nin gücü nasıl yetebilir?

Efendimiz aleyhisselam, Fil Vakasından 50-55 gün sonra yeryüzüne teşrif buyurdu.[10] O’nun büyüyüp yetişeceği toprakları hangi güç işgal edebilir?  Ebrehe’nin ordusu Muhammed’in (as) annesinin yüreğine nasıl korku salabilir? Fil vakası Kureyş kabilesine değil gerçekte Efendimize verilen bir ikramdır. O’nun veladetinin müjdecisidir.

Hz. Musa, doğduğunda Rabbimiz onu muhafaza etti. Musa kendisini öldürmek isteyen Firavun’un sarayında yaşadı. Efendimiz İsa aleyhisselam, İsrailoğullarının karşısına çıkan annesi Meryem’i korumak üzere kundakta iken konuştu. Rabbimiz onları birçok mucizeyle destekledi. Muhammed aleyhisselam’a gelince mucizeler o daha doğmadan geliyor, Âlemlerin Rabbi O’nun hatırına Ebrehe ve askerlerini yerin dibine geçiriyordu.

Fil ordusu yok olmuş, ömrünün son günlerinde mucizelere şahit olmuş nurlu bir dedenin, gözyaşları kurumayan Âmine’nin beklediği daha büyük bir mucize yaklaşmıştı. Bir aydınlık beliriyor, Busra saraylarının ışıkları görülüyor, sahibi meçhul bir ses Muhammed Muhammed diye haykırıyordu.[11] Âmine Muhammed’i, âlemler Muhammed’i bekliyordu.

 


[1] İbn Hişam, Sîre, I, 45; Süheyli, Ravdu’l-Unuf, I, 115.

[2] Süheyli, a.g.e., I, 116; A. Lütfi Kazancı, “Ebrehe”, DİA, X, 79.

[3] Ezraki, Ahbaru Mekke, I, 142.

[4] İbn Sa’d, Tabakat, I, 92; İbn Esîr el-Kamil, I, 444.

[5] Süheyli, a.g.e., I, 121; İbn Kesîr, el-Bidaye, II, 173.

[6] İbn Hişam, a.g.e., I, 52; Beyhaki, Delail, I, 99.

[7] İbn Hişam, a.g.e., I, 52; Süheyli, a.g.e., I, 123; Ezraki, I, 147.

[8] Fil sûresi, 1-5.

[9] İbn Hişam, a.g.e., 57; Mustafa Fayda, Fil Vakası, XIII, 70.

[10] İbn Habib, el-Muhabber, 10.

[11] İbn Sa’d, a.g.e., I, 102.

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.