İlim Yuvası Olarak Mescid-i Nebevi

“Kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size kitabı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi öğreten bir Resûl gönderdik.” (Bakara 2/151)

Allah (cc) inançta, ahlâkî yaşayışta, nizam ve hukukta apaçık bir dalalet içinde olan cahiliye toplumuna kendi içlerinden bir peygamber göndermekle onlara büyük bir ihsan ve lütufta bulunmuştur. Âyetin ifadesine göre Resûlullah (sas)’ın aslî vazifesi insanları eğitmektir. Kendisi (sas) “Ben gerçekten muallim olarak gönderildim.”[1], “Allah, beni zorlaştırıcı ve şaşırtıcı değil; lakin muallim ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.”[2] demek suretiyle bu durumu izah etmiştir.

Peygamberimiz, bu eğitim sürecinde Kur’an’a sımsıkı sarılmış (Zuhruf 43/43), Allah’tan aldığı vahyi sadece tebliğ etmekle kalmamış, muhataplarının içlerine işleyecek ve ruhlarına tesir edecek şekilde kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti[3]anlatmıştır. Bu anlatış örnek yaşayışla, yüce bir ahlâkı temsil edişle olmuştur. Bu temsil edişte de ana gaye âyette ifade edildiği gibi kişileri kötülüklerden arındırmaktır.

Hz. Muhammed, Allah’ın nimetlerinden bahsetmenin şükür olduğunu[4] söylemiş, kendisini “en iyi şükreden” kimselerden kılması için Rabbine hep dua etmiştir.[5] O’na bahşedilen en büyük nimet şüphesiz Kur’ân-ı Kerim’di. Şükrünü eda edebilmek için tüm samimiyetiyle tebliğ vazifesini en zor şartlar altında yerine getirmiş; müşriklerin alaya alışları, hakaretleri ve işkenceleri O’nu davasından asla döndürememiştir. Kendisine yapılan baskı ve hakaretlere rağmen zaman zaman Mescid-i Haram’da namaz kılmış, bir keresinde müşriklerin önde gelenlerinden Ebû Muayt oğlu Ukbe namaz kılan Peygamberimizi, elbisesini boynuna dolayarak boğmaya kalkışmıştır. O günlerde Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın evi mescid haline getirilmiş, Peygamberimiz orada hem namaz kılmış hem de sohbet ederek Ashâb-ı Kirâmı’nı eğitmiştir.

Müslümanlar, inançlarının gereğini özgürce yerine getiremiyorlardı. Eziyet ve işkenceler de had safhaya ulaşmasıyla Mekke’den Medine’ye hicret başlamıştı. Peygamberimiz Medine’ye varınca ilk iş olarak Mescid-i Nebevi’yi inşa etmiş ve yapımında bizzat kendisi de çalışmıştı. Peygamberimiz kerpiç ve taş taşırken şöyle diyordu:

“Gerçek hayat sadece âhiret hayatı.

Affet Allah’ım muhacirleri ve ensarı!”

Efendimizin (sas) bu sözleri sahabenin gayretini kamçılıyor, hatta biri şu mısraları okuyordu:

“Eğer Peygamber çalışır da oturursak biz,

Demek olur ki yanlış bir amel işlemişiz.”[6] 

mescidi nebeviİlim ve İrfan Yuvası

İslâm’ın ilk müessesesi olan Mescid-i Nebevi ibadetlerin yapıldığı mâbed, siyasi meselelerin görüşüldüğü istişare meclisi, davaların görüldüğü mahkeme salonu, ordu karargâhı, tıbbi birtakım müdahale ve tedavilerin yapıldığı hastane, gelen heyetlerin karşılandığı bir misafirhane olarak önemli fonksiyonlar icra etmiştir. Ama onun en önemli özelliği mescidin arka tarafındaki Suffa ve Peygamberimizin (sas) mescitte oluşturduğu sohbet halkaları ile bir ilim merkezi olmasıdır.

Hz. Peygamber zamanında Mescid-i Nebevi sadece beş vakit namaz ve Cuma namazının kılındığı bir mâbed değildi. Bunun ötesinde tevhid ikliminde İslâm esaslarının gönüllere nakşedildiği, ahlâkî değerlerle ruhlarda dönüşümün yaşandığı bir ilim ve irfan yuvasıydı. Her biri gökteki yıldızlar gibi olan sahabe nesli, Peygamberimizin buradaki sohbetleriyle yetişmiş ve O’nun vefatından sonra da İslâm’ı, Arap yarımadasının dışına taşımıştır.

Peygamberimiz sabah namazını ashabıyla birlikte mescidde kılar, hemen evine gitmez, kuşluk vaktine kadar orada oturur, sohbet ederdi. İşi olmayan Müslümanlar da sohbet halkaları oluşturur, kendi aralarında sohbet ederlerdi. Bu sohbetlerde şiir söylenir,  cahiliye döneminde yaşanan olayları anlatılır, konu hakkında değerlendirmeler yapılır, İslâm’ın esasları ve ahlâki değerleri hakkında bilgiler verilirdi. Kimi zaman da Resûlullah (sas) “İçinizden bu gece rüya gören var mı?” diye sorar, anlatılan rüyaları yorumlayarak söze başlardı. Cemaatin içinden rüya gören kimse çıkmazsa kendi rüyasını anlatır, yorumunu yapardı. Sahabeden Semüre b. Cündüb Hz. Peygamber’in âhiret âlemiyle ilgili uzunca bir rüyasını anlattığını sonra da yorumladığını nakleder.[7] Peygamberimiz rüya anlatarak dikkatleri canlı tutmuş, bu yolla birçok hakikati anlatarak mesajını iletmiştir.

Hz. Peygamber’in konuşmaları gayet açık seçik, tane tane, dinleyen herkesin rahatlıkla anlayabileceği nitelikte idi. Kendisi acele ile konuşmaz, kulağa hoş gelecek şekilde akıcı konuşur, dinleyenler sözünü hemen ezberleyebilirdi.[8]Hz. Peygamber çok sık olmamakla birlikte ashabına uzun sohbetler yapardı. Böyle bir sohbeti Ebû Zeyd Amr b. Ahtab el-Ensârî (ra) şöyle anlatıyor:

“Resûlullah (sas) bir gün bize sabah namazını kıldırdıktan sonra öğleye kadar konuşma yaptı. Sonra minberden inip öğle namazını kıldırdı. Öğle namazından sonra da ikindiye kadar konuştu. İkindi namazını kıldırdıktan sonra tekrar minbere çıktı, akşama kadar konuştu. Yaptığı bu konuşmalarda olacak olan her şeyi bize anlattı. Bu konuşmalardan en çok şeyi öğrenenlerimiz, hafızası en kuvvetli olanlarımız oldu.”[9]

Rabbim İlmimi Artır

Peygamberimiz “Rabbim ilmimi artır.” (Taha 20/114) diye dua etmiş, dualarında hep faydalı ilmi istemiş, faydasız ilimden ise Allah’a sığınmıştır.[10] Ashabına da bunu tavsiye etmiş, ilim taleb eden kimsenin bu talebinin geçmiş günahlarına kefaret olacağı müjdesini de vermiştir.[11]

Bir gün Hz. Muhammed (sas) mescide geldiğinde iki grup görür. Bir kısmı Kur’ân-ı Kerim okuyup yüce Allah’a dua etmekte; diğer kısmı da ilim öğrenip öğretmekle meşguldür. Onlara: “Her iki grup da iyi şeylerle meşguller; şu kadar var ki Allah’tan bir şey talep edip dua edenlere o şeyi verip vermemek tamamen O’na ait bir keyfiyettir. Hâlbuki diğer gruptakiler ilim elde ediyorlar ve böylece cehaleti savıp kovuyorlar. Bana gelince, ben muallim olarak gönderildim.” demiş, sonra da ilim öğrenmekle meşgul olanların arasına katılıp oturmuştur.[12]

Bu rivayetten anlıyoruz ki sahabeler ilme önem vermiş, mescidde müzakereler yaparak birbirlerinden istifade etmişlerdir. Öğrenmeye son derece hevesli olan sahabe, Peygamberimizin tatlı sohbetlerinden bir şey kaçırmak istememiş; meşguliyetleri sebebiyle gündüz namazlarına katılamayanlar, akşam ve yatsı namazına katılarak, gündüz yapılan sohbetlerde nelerden bahsedildiğini dinleyenlerden öğrenmişlerdir. Evi mescide uzak olanlar da nöbetleşe mescide gider ve öğrendiklerini birbirlerine anlatmışlardır.[13] Sahabe Peygamberimizin anlattıklarını, öğretmek için dinler ve dünya meşgalelerini, öğrenmeye bahane olarak görüp manevî atmosferden uzaklaşmazdı.

Bilgisizliğin Şifası Sormaktır

Bilgisizliğin şifası sormaktır. Bunu bilen Peygamberimiz (sas), mescidde iken kendisine sorulan sorulara cevap vermiş; bazen de soru sorana iltifat ederek onu yüreklendirmiştir. Soru soran kişi öğrenmeye istekli ve hazır durumdadır. Bunun için Peygamberimiz sorulan soruları geçiştirmeyerek tatmin edici cevaplar vermiş; bazen de aynı soruya farklı cevaplar vererek muhatabı tanımanın önemini bizlere göstermiştir. Bir gün Cuma hutbesi irâd ederken bir zat gelerek İslâm hakkında bilgi istemiş, bunun üzerine Resûlullah, hutbeyi yarım bırakarak inmiş, adamla meşgul olmuş, yeterince tebliğde bulunduktan sonra dönerek minbere çıkmış ve hutbesine kaldığı yerden devam etmişti.[14]

Hanımlar da…

İlim öğrenmek erkek ve kadın her Müslüman’a farzdır.[15] Resûllulah (sas) zamanında ilmin tahsil edildiği yer olan mescitlerden kadınların uzak tutulmadığını ve onların beş vakit namaz, Cuma namazı ve bayram namazlarına iştirak ettiklerini görüyoruz. Peygamberimiz bu hususta sahabeye şöyle tavsiyede bulunuyordu: “Allah’ın hanım kullarını, Allah’ın mescitlerinden men etmeyiniz.”[16] Hanımlar da Peygamberimizin namazlardan sonra yaptığı sohbetlerden, Cuma ve bayram hutbelerinden çok şeyler öğreniyorlardı. Hanım sahâbîlerden Ümmü Hişam bint Hârise bize şu bilgiyi veriyor: “Ben Kâf sûresini Cuma namazlarında Hz. Peygamber’den öğrendim. Çünkü O, her Cuma günü minberde Kâf suresini okurdu.”[17]

İlim öğrenmede sevgi, samimiyet, ilgi ve dikkat çok önemlidir. Bu vasıfları taşıyan hanım sahâbîler de Peygamberimizden şöyle bir talepte bulunarak: “Ey Allah’ın elçisi, sözlerinizi iyice dinleyip anlamak için erkeklerden bize meydan kalmıyor. Kendiliğinizden bize bir gün ayırınız.” dediler. Peygamberimiz de onlara bir gün tayin etti. Kadınlar, o gün Hz. Peygamber’in huzuruna geldiler. O da kendilerine vaaz verdi, nasihat etti, yapmaları gereken şeyleri emretti. Onlar da sorular sorarak bilgilendiler.[18]

Peygamberimiz (sas) sohbetlerinde ilgi ve dikkatin sürekliliğini sağlamak için konuşmalarına duygularını katarak yaşar gibi anlatmış, jest ve mimiklerini kullanmış, misaller ve hikâyelerle konuşmalarını zenginleştirmiştir. Sahabe de Peygamberimizin anlattıklarını içselleştirmek ve öğretmek için O’nu pürdikkat ve kalp huzuruyla dinlemiştir. Kendileri bu durumlarını şöyle tasvir ediyorlar: “Sanki başımızın üzerinde bir kuş var da kıpırdasak uçuverecek zannederdik.”[19]

Peygamberimizin Mirası

Peygamberimizin bizlere mirası Kur’ân-ı Kerim ve sünnettir. Bu iki değerin öğretilmesinde camilerden istifade etmeli, oraları şenlendirmeliyiz. İnsanların dünyaya fazlaca daldığını gören Ebû Hureyre (ra) bir gün çarşıya giderek onlara:

-Niçin böyle tembellik ediyorsunuz? diye seslendi. Orada bulunanlar bu söze anlam veremediler.

-Niçin böyle söylüyorsun? diye sordular.

-Mescitte Allah Resûlü’nün mirası dağıtılıyor, siz hâlâ burada duruyorsunuz. Gidip payınıza düşeni almayacak mısınız? Hemen mescide koşan esnaf, bir süre sonra geri döndü:

-Ey Ebû Hureyre! Mescide gidip her tarafına baktık ama bir şey dağıtıldığını görmedik.

–Mescitte kimseyi görmediniz mi?

-Bazı kişiler namaz kılıyor, bazıları Kur’an okuyor, bazısı da helal ve haramı öğreniyordu.

-Yazık hâlâ anlamadınız mı? İşte o, Allah Resûlü’nün (sas) mirasıdır, dedi.[20]

 

 


[1] İbn Mâce, Mukaddime 17.

[2] Müslim, Talak 4.

[3] Hikmet belli başlı şu anlamlara gelmektedir: Derin ve yararlı bilgi, ilim, irfan, helal ve haramın öğretilmesi, yumuşak kalplilik, nazik davranış, salih amel, sünnet. 

[4] Ahmet b. Hanbel IV,  278.

[5] Ahmed b. Hanbel II, 311.

[6] Safiyyurrahman Mübarek Fûri, Peygamberimizin Hayatı ve Daveti, s.187.

[7] Buhârî, Ta’bir 48; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 8-9.

[8] Ebû Dâvûd, İlim 7; Edeb 18.

[9] Hâkim, el-Müstedrek, IV, 487.

[10] İbn Mâce, Mukaddime 23; Dua 2-3.

[11]Tirmizî, İlim 2.

[12]İbn Mâce, Mukaddime 17.

[13] Buhârî, İlim 27, Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 33.

[14] Müslim, Cuma 60.

[15] Mişkâtü’l- Mesâbih, I, 233.

[16] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 76; Buhârî, Cuma 13.

[17] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 436; Müslim, Cuma 51.

[18]  Buhârî, İlim 36.

[19] Ebû Dâvûd, Sünnet 23.

[20] Heysemi, Mecma’uz-Zevâid, 1/123.

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.