Arkana Asla Bakma!


Mekânların maddi yapısı, imar edilebilir veya yıkılabilir. Ancak oralardaki manevi yapı çok farklı bir durum arz eder. Eğer içinde bulunulan mekân; Allah’ı, Kur’an’ı, fikri, irfanı, ilmî düşünceyi, kibarlığı, efendiliği, sevgi ve saygıyı, hoşgörüyü temsil ediyorsa değerlidir. İkame edilen kurumlar, bu özellikten mahrum iseler ne kadar şatafatlı ve süslü olurlarsa olsunlar, hizmet gerçekleştiremez ve kâmil anlamda insanı eğitemezler.

Dâru’l-Erkâm, Allah’a kulluk, dine hürmet, Allah Rasûlü’ne iman ve bağlılığın merkezidir. Erkâm adlı genç bir adamın evi İslam’ın çekirdek kadrosunun yetişme mekânı olmuştur. Bu ev, tarihin gördüğü en büyük eğitim ve öğretim medresesidir. Bu eve kâfir girenler, hidayete ermiş bir Müslüman olarak çıkmıştır. Mekke’nin zulmü altında ezilenler direnmeyi ve sabrı burada öğrenmiştir. Sahabe efendilerimizin en önemli şahsiyetleri Erkâm’ın evinde Müslüman olmuştur. Sıradan fertleri, şahsiyet haline getirmek, elbette kolay bir iş değildir. Rasûlullah Rabbanî bir metotla onları terbiye etmiş, onlar daçağlara ışık saçan önderler olmuşlardı.

Müslümanların sayısının artması ve ibadetlerini gizli yaparken dahi sorun yaşamaları, Rasûlullah’ı toplanma yeri aramaya itmiştir. Erkâm’ın evinin eğitim merkezi olarak seçilmesinin şu olaydan sonra olduğu nakledilir. “Bir defasında Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a), Müslümanların gizli ibadet ettikleri dönemde arkadaşları ile birlikte Mekke dışına ibadet etmek için gitti. Oradan geçen müşrikler Müslümanların bu yaptıklarını kötü gördüler ve kınadılar. Hatta onlarla dövüştüler. O sırada Sa’d b. Ebî Vakkas (radıyallahu anh), eline geçirdiği bir deve kemiği ile müşriklerden birisine vurdu ve başını yardı.”

Rabbimiz (c.c) ilk peygamberinden son peygamberine kadar yol gösterecek ve terbiye edecek metodu göstermiştir. Dâru’l-Erkâm vahyin kılavuzluğunda yeni bir toplum ve örnek nesil inşa etmenin mekânıdır. Orası seçilmişlerin mekânıdır. Allah’ın rızasına uygun yaşayışın en güzel örneği olan Asr-ı saadet, bu dinin çağdaş temsilcileri tarafından tekrar bugüne taşınmalıdır.

Müslüman bireylerin, ilk ile son adımı arasında tökezlememesi, yorulmaması, yürüdüğü yoldan çıkmaması için derin ve köklü bir imana; onu kuşatan iman ve takva sahibi bir çevreye ihtiyacı vardır. Allah Rasûlü, Mekke’de iman edenlerin bu ihtiyacını Dâru’l-Erkâm’la gidermiştir. Peygamberimiz (a.s.), onlara Kur’ân-ı Kerim okur ve öğretirdi. Orada, topluca namaz kılarlardı. Dinlerine ait her şeyi inananlar orada öğrenirdi.

Günümüzde Dâru’l-Erkâm’ı örnek alan veya aldığını iddia eden vakıf ve dernekler, bu işi yapmaya taliptirler. Dernek veya vakıf çalışmaları yapan kardeşlerimizde şahsiyetli insan yetiştirmeye yönelik bir plan, bir program bulunmalıdır. O mekânlar Allah ve dini için hareket etmenin heyecanını, aşk ve şevkini taşımalıdır. Heyecansız, plansız, programsız, aşktan, şevkten mahrum bir şekilde hiçbir şey yapılamaz. Oralar asla vakit geçirme ve kendini kandırma mekânları olmamalıdır.

Toplumu yönlendirmeye talip olanlar, ihtiyaçları tespit edebilmeli ve çözüm üretebilmelidir. İhtiyaç doğmadan ortaya konulan yapılanma, kurum, birim uzun ömürlü olmamaktadır. Sadece ihtiyaç duyulan ve meşru olan bir şeyi elde etmek, kişiye utangaçlık ve usangaçlık vermez. Yapılan faaliyetin, Rabbimizin rızasına kavuşturacağına inanıyorsak hiçbir engel bize sınır koyamaz. Samimiyet sahibi bir Müslüman’ın İslamî faaliyetlerdeki temel düsturu, Efendimizin (s.a.s) Hayber’in fethi sırasında söylediği şu sözler olmalıdır:

“Al bu sancağı! Allah (c.c)sana fethi nasip edinceye kadar git, çarpış! Arkana bakma!”[1]

“(Kalelerine) yavaşça gir! Tâ onların sahasına in! Sonra kendilerini İslâmiyet’e davet et! İslâm’da, kendilerine vâcib olan Allah hakkını, İslâmî umdeleri onlara haber ver.

Vallahi, senin sayende Allah’ın bir adama hidayet vermesi, senin için, kırmızı tüylü develerin (dünya nimetlerinden en kıymetlilerinin) sana bahş olunmasından daha hayırlıdır!”[2]

Rasûlullah’a kendilerini nispet eden ekranların, gazete köşelerinin, vakıf, dernek gibi sivil toplum kuruluşlarının Müslümanlara husumet beslemesi düşünülemeyecek bir şeydir. Bizler vasıtaları araç olarak kullanırız. Dernekleşme, vakıf çalışmaları günümüz şartlarının kaçınılmazları hâline gelmiştir. Amacımız Rıza-i Bâri’ye kavuşmaktır. Ancak araçlar amaç halini alırsa birbirimize kinleniriz. Haset eder hale geliriz. Dernekler arası iletişimsizlik ve körü körüne yapılan cemaatçilik, ümmet bilincini ve tevhid algısını asla zedelememelidir. Biz hayırda yarışmak için cemaatleşmeliyiz, dernek kurmalıyız. Yoksa birbirimizi zemmetmek için değil…

Peygamberlerin temel görevi; insanları Allah’a kulluğa davet etmek, Allah’a düşman olan ve meydan okuyanlara kulluktan sakındırmak, şirkle ve müşrikle mücadele etmektir. Bunu kendisine misyon edinen, insanlara Allah’a kul olmayı öğreten, şirkten uzak tevhidi bir hayatı sunan, tağutlardan da insanları sakındıran hangi kurum, dernek vs. varsa Rabbimizin rızasına uygun hareket ediyordur. Bu kurumlarda görev alan veya bu kurumları ayakta tutan kardeşlerimiz takdire şayan bir şey yapıyorlardır. 

Evlerimizin İslamî çalışmalardaki yeri de asla göz ardı edilmemelidir. Hz. Musa(a.s) iman eden toplumunu, evlerini güçlendirerek ayakta tutmuştur. Rabbimiz, Musa(a.s)’ya şöyle vahy etmiştir: “Biz de Musa ve kardeşine: Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da dosdoğru kılın. (Ey Musa!) Müminleri müjdele, diye vahyettik.”[3]

Mekke döneminde, Hz. Peygamber’in tebliğini yaymada önce kendi evi daha sonra Erkâm’ın evi önemli yer tutmuştur. İslamî eğitimin bugün de yön vericisi, bel kemiği olması gereken yerler, evlerimiz olmalıdır.

İslami hayatımız, kurumlar olmadan da devam edebilir. Ancak evlerimizde bir çökme olursa İslamî hayatımız tehlikeye girebilir. Nitekim Rasûlullah’ın(s.a.s) bir hadis-i şerifi bize bu konuda ışık tutmaktadır. “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”[4]

Anne-babaya düşen, yaratılışta temiz olarak dünyaya gelen çocuklarını o doğrultuda yani yaratılış gayesi uğrunda yetiştirmektir. Çocuğun fıtratını bozacak ve onu topluma zararlı hale getirecek etkenlerden korumaya çalışmaktır. Anaokulu, dernek gibi kurumlar bize zorlu yolculuğumuzda bazen bir destek bazen de yol gösterici olabilir. Ama anne ve baba çocuğu İslam fıtratı üzere korumada esas aktör olmalıdır.

 

 

[1]- İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 110, Müslim, Sahih, Fedail 33.

[2]- Buhârî, Fezâilü’l-Ashâb 9, Meğâzî 38; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe 34.

[3]- Yûnus Sûresi, 87. ayet.

[4]- Buhârî, Cenâiz 92; Ebû Dâvut, Sünne 17; Tirmizî, Kader 5.

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.