Temsilciler ve Temsilciliğimiz

 

İkinci Akabe Biatı, bütün incelik ve ayrıntılarıyla gerçekleştikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselâm şöyle buyurdu;

- “Aranızdan 12 temsilci seçiniz. Onlar, her hususta kavimlerinin benim yanımda temsilcisi olacaklardır!”[1]

Peygamberimiz Aleyhisselâm, 75 kişi içinden 12 kişiyi bizzat kedisi seçmedi. Seçim işini 75 Müslüman’a bıraktı. Biatın hemen ardından zaten bir arada olan bu 75 seçkin Müslüman, hemen aralarında istişare ederek içlerinden 12 temsilci seçtiler. Seçilen kişilerin listesini de Peygamberimiz Aleyhisselâm’a takdim ettiler.

Peygamberimiz Aleyhisselâm bu temsilcileri huzurunda toplayıp talimatını vererek tekraren şöyle buyurdu;

- “Siz, benim adıma kavimlerinizin temsilcisi olacaksınız! Benimle onlar arasındaki irtibatı sürdürecek, kavimlerinizi adaletle temsil edeceksiniz!”[2]

Bu 12 kişinin her biri, kendi kavimlerinin başkanları olacaklar ve onların her şeylerinden de sorumlu tutulacaklardı. Temsilciler Hz. Es’ad bin Zürâre’nin talimatlarına göre hareket edeceklerdi. Hz. Mus’ab (ra), hepsinin üstünde “Genel Başkan” olarak idareyi idare edecekti. Yani 12 başkan Hz. Es’ad bin Zürâre’ye, Hz. Es’ad, Hz. Mus’ab bin Umeyr’e, Hz. Mus’ab da Peygamberimiz Aleyhisselâm’a bağlı olacaktı.[3]

Ama bu arada bir incelik daha vardı. Bu on iki temsilci, aynı zamanda direk Peygamber Efendimize de bağlı oluyorlardı. Peygamberimiz Aleyhisselâm her konuda olduğu gibi, temsilciler konusunda da çok hassasiyet göstermişti. Temsilcilerin temsil ettikleri değerler çok önemliydi çünkü…

Temsilcilerin temsil ettikleri evrensel değerlerin daha iyi anlaşılması için, Akabe’de verdikleri söz ve o değerlerden bazılarına şöyle bir bakabiliriz…

* Allah’a hiçbir şey ortak koşulmayacak!

* Hırsızlık edilmeyecek!

* Çocuklar açlık korkusuyla ya da başka bir nedenle öldürülmeyecek!

* Yalan-dolan uydurarak hiç kimseye iftirada bulunulmayacak!

* Hiçbir hayırlı işte Rasûlüllah Aleyhisselâm’a muhalefet edilmeyecek!

* İnsanlardan gelebilecek kınamalara aldırış etmeksizin, her zaman ve her yerde Allah için Hakkı söyleyecek ve Hakk’ın yanında olunacak!

* İyiliği yayma, kötülüğe engel olma görevi büyük bir ciddiyetle yerine getirilecek!

* Namaz, oruç, zekât, cihad başta olmak üzere bütün ibadetler büyük bir aşk ve vecd ile ifa edilecek!

* Sadece bolluk ve rahatlık zamanında değil; her zaman ve her zeminde Allah ve Rasûlü’ne itaat üzere olunacak!

* Sağlıkta-hastalıkta, kolaylıkta-güçlükte, sevinçte-kederde, bollukta-darlıkta Allah ve Rasûlü’nün buyrukları yerine getirilecek, bu yolda yürürken kınayıcıların kınamasına aldırmadan ve hiçbir şeyden korkmadan her Müslüman mükellefiyetini yerine getirecek!

Temsilciler, temsil ettikleri bu ve benzeri değerleri sadece sorumlu olduklarına anlatmakla yetinmiyor, bu ve benzeri değerlerle tepeden tırnağa yeniden şekilleniyorlardı.

Sık sık bir araya gelip, aralarında durum değerlendirmesi yaptıkları gibi, mesajları paylaşarak, çevrelerine ışık saçıyorlardı. Aynı zamanda birbirlerini uyarıyor, sadece başkalarına karşı değil, birbirlerine karşı da sorumluluk bilinci ile hareket ediyorlardı. Hem kendi aralarında ve hem de topluluklarda şu mesajlar üzerinde çok duruyorlardı…

* Kardeş olun.

* Kardeşlik şuurunu kuvvetlendirin.

* Dayanışmanızı artırın.

* Kucaklaşın.

* Kinleşmeyin.

* Çekememezlik etmeyin.

* Cepheleşmeyin.

* Birbirinize sırt çevirmeyin.

* Birbirinizi sürekli destekleyin.

* Yeri ve zamanı geldikçe birbirinize yardımcı olun.

* Düzeltilmesi gereken iş ve durumlarda birbirinizi kırmadan düzeltin.

Bütün bunların temeli Akabe Biatı esnasında atılmıştı. Akabe bir anddı çünkü! Bir taahhüttü Akabe. Allah’a dönüş, Peygamber’e bağlanıştı. Günahlardan kaçış, hayırlara koşuştu. Büyük bir dayanışma içinde İslâm’ı yükseltmek için yürekten verilmiş mü’min sözüydü.

Akabe Biatları; her şeyden önce İslâm Târihi’nde, büyümenin, kuvvetlenmenin, teşkilâtlanmanın sembolü olan Hicret’in temeli olmuştur.

Aynı zamanda Akabe; yeni Müslüman olan Medineli Ensâr’ın, Mekkeli mazlum Müslümanlara, ruh ve gönüllerinden uzattıkları dâvet köprüsüdür. Sadece kuru bir davet değildir bu. Akabe; kendi canları, aile yakınları ve malları gibi, Allah’ın Rasûlü’nü koruyacaklarına dair Ensâr’ın verdiği namus sözüdür!

Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın buyruğuna bir başka açıdan daha bakacak olursak…

- “Şimdi siz, aranızdan on iki kişi seçiniz ki, benim yanımda her hususta kabilelerinin temsilcisi olsunlar. Onlar temsil ettikleri kabile fertlerinden bana karşı kefil ve sorumlu olsunlar. Ben de Müslümanlar üzerine kefilim!”[4]

Evet, incelik burada! “Onlar temsil ettikleri kabile fertlerinden bana karşı kefil ve sorumlu olsunlar. Ben de Müslümanlar üzerine kefilim!”[5]

İnsanın insana, daha doğru bir ifadeyle, Müslüman’ın Müslüman’a kefil olması var burada. “Ancak inananlar kardeştir” buyruğunun hayata yansıtılması var! Büyüklerimizin ifadeleriyle “Müslüman Müslüman’a zimmetlidir!”[6] düsturu ile karşı karşıyayız.

Şimdi de böylesine onurlu bir görevi üstlenen 12 temsilciyi tanımaya çalışalım…

01. Hz. Es’ad bin Zürâre en-Neccâr.

02. Hz. Sa’d bin Rebi’a el-Hazrec.

03. Hz. Abdullah bin Revaha el-Hazrec.

04. Hz. Râfi’ bin Mâlik el-Hazrec.

05. Hz. Bera’ bin Ma’rûr el-Hazrec.

06. Hz. Abdullah bin Amr el-Hazrec.

07. Hz. Ubâde bin Sâmit el-Hazrec.

08. Hz. Sa’d bin Ubâde el-Hazrec.

09. Hz. Münzir bin Amr el-Hazrec.

10. Hz. Useyd bin Hudayr el-Evs.

11. Hz. Sa’d bin Hayseme el-Evs.

12. Hz. Rifaâ bin Abdulmmünzir el-Evs.

Ya da Hz. Ebu’l-Hayseme Mâlik bin Tayyihan veya Hz. Ebû Lübabe.[7]

Konuşmalar-görüşmeler yapıldı. Görev ve sorumluluklar belirlendi. Peygamberimiz Aleyhisselâm sorulan bir soru üzerine, oradaki bütün Medinelilere karşı şöyle buyurdu…

- “Benim kanım, sizin kanınız, benim zimmetim, sizin zimmetinizdir! Ben sizdenim, siz de bendensiniz! Ben, sizin savaştığınız kimselerle savaşır, sizin barıştığınız kimselerle barışırım!”[8]

- Allahu Ekber!

Medineliler, bu büyük müjde karşısında hep birlikte tekbir getirdiler. Sonra da birbirini uyarmak zorunda kaldılar.

- Aman yavaş olalım! Buradaki oluşumdan nasipsiz müşriklerin haberi olmamalı!

Peygamberimiz Aleyhisselâm, tekrar temsilcilere/nakiblere/başkanlara döndü. Bunca konuşulanlardan ve talimatlardan sonra tekraren şöyle buyurdu…

- “Sizler bana kavimlerinizin vekili, temsilcisi olacaksınız! Havarilerin Îsa bin Meryem için kefillikleri gibi, sizler de kavminizin kefillerisiniz. Ben de, Müslüman olan kavmimin kefiliyim!”[9]

- Evet, öyledir ey Allah’ın Rasûlü!

Hz. Es’ad bin Zürâre (ra), yine büyük bir şevkle atıldı…

- Evet yâ Rasûlallah! Sen nasıl uygun görürsen öyle olsun!

Peygamberimiz Aleyhisselâm bu büyük Sahâbe’ye bakıp, gözleri de gönülleri de aydınlatan bir bakışla tebessüm etti…

- “Sen de, kavminin temsilcisisin!”[10]

- Ben de kavmim de sana feda olsun yâ Rasûlallah!

Peygamberimiz Aleyhisselâm, Hz. Es’ad bin Zürâre’yi, 12 temsilcinin de temsilcisi yaptı. Böylece Hz. Es’ad (ra), temsilciler temsilcisi oldu.[11]

Daha önce de zikrettiğimiz gibi Hz. Mus’ab (ra) bu oluşumun başını çekiyordu. Hz. Es’ad bin Zürâre de her yönü ile Yesrib’in Medine olmasında başı çekiyordu. Ardından da diğerleri geliyordu tabi.

İçinde bulundukları o zor şartlara rağmen, büyük davayı omuzlayan bu seçkin insanların, her şeye rağmen ciddi bir teşkilat kurduklarına, teşkilattan devlete geçiş yaptıklarına bütün tarih şahitlik etmektedir.

Neyi temsil ettiklerini çok iyi bilen bu önde gelenler, temsilci listeleri ile liste kabartmamışlar, gerçekten her bakımdan temsil etmişlerdi. Temsilcilik boş lafla olmuyordu çünkü. Gerçek manada ve hakkıyla temsille oluyordu.

Ciddi bir şekilde oluşturulan bu çok özel teşkilatın “Genel Başkan”ı olduğu gibi, “Başkana Bağlı Birim Başkanları” da oluşmuş, hemen ardından teşkilatlanma daha da hız kazanarak, bu günkü deyimle şubelerin oluşması ve şube başkanlıkları gündeme gelmişti. Bunun ardından, alt birimler ve bunların sorumluları da ayrı birim tarafından oluşturulmuştu. Her alt birim bir üstüne, onlar da temsilcilere karşı sorumluydu. Temsilciler de, temsil ettikleri sorumluluk alanında olanların kefilleriydi. Neticede hepsi gelip Peygamberimiz Aleyhisselâm’da bitiyordu.

Kur’ân-ı Kerîm, kaynakları; Peygamberimiz Aleyhisselâm da örnekleri idi. Kur’ân ve Sünnet ile öyle bir şekillenmişlerdi ki, bütün hayatlarına yansıttıkları kutsal değerler ile kutsal davayı en güzel bir şekilde temsil ediyorlardı.

Öncelikle bizzat kendi hayatlarında, sonra ailelerinde, sonra da en yakınlarından başlamak üzere çevrelerinde her bakımdan örnek bir çalışma yapan bu seçkin temsilciler, temsil ettikleri ile hemhal olmuşlardı. Öyle ki, onlara bakan herkes, “bunlar büyük davanın adamları” demekten kendilerini alamıyorlardı.

Müslüman, her zaman ve her zeminde örnek insandır. Örnek insan, örnek bir hayat yaşar. Örnek hayat yaşayanlar, en güzel bir şekilde örnek olurlar.

Bu çok özel ve seçkin temsilciler topluluğu ile kendimizi kıyaslayacak, inandığımız İslâm’ı ne kadar temsil ettiğimize bakacağız.

Her şeyi ile, her şeyimize örnek olan Peygamberimiz, bizi böyle istiyor çünkü…

Sallallahu aleyhi ve sellem…



[1] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 73-75.

[2] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi‘t-Târih, c. 2, s. 96.

[3] Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 235.

[4] Zehebî, Târîhu’l-İslâm ve Vefeyâtu’l-Meşâhîr ve’l-A’lâm, s. 303, 305.

[5] Beyhakî, Delâilü’n-Nübüve ve Ma’rifetu Ahvâli Sahibi’ş-Şerîa, c. 2, s. 447.

[6] Osman Nûri Topbaş Hocaefendi.

[7] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 97; İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, c. 3, s. 602-603; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi‘t-Târih, c. 2, s. 99; İbn Seyyidünnâs, Uyûnu’l-Eser fî Fünûni’l-Megazi ve’ş-Şemâil ve’s-Siyer, c. 1, s. 164.

[8] Haysemî, el-Mecmâ’u’-Zevâid ve Menba’u’l-Fevâid, c. 6, s. 44.

[9] İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 75-77.

[10] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, c. 4, s. 9; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüve ve Ma’rifetu Ahvâli Sahibi’ş-Şerîa, c. 2, s. 450; Zehebî, Târîhu’l-İslâm ve Vefeyâtu’l-Meşâhîr ve’l-A’lâm, s. 299.

[11] İbn Haldûn, Târih, c. 2, s. 13.

Yazar: 

Yeni yorum ekle

Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.