Çanakkale’den Afrin’e “BEDR’İN ASLANLARI”

İslâm ve Kur’ân şairi Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale mücahidlerini “Bedr’in Aslanları”na benzetir. Asr-ı Saadetin model insanlarını örnek alarak onlara benzemeye çalışmak, bütün Müslümanların temel düsturu olmuştur. Bedir ve Uhud başta olmak üzere gaza meydanlarında cihadın en muhteşem örneklerini sergileyen ashâb-ı kirâm, nasıl gözlerini kırpmadan şehadete koştularsa, Çanakkale şehidlerimiz de abdestlerini alıp kefenlerini giyerek ve kendi cenaze namazlarını kendileri kılarak Allah için canlarını feda ettiler. Afrin’de yuvalanan İslâm-ümmet-millet düşmanı terör örgütlerinin şahsında ABD ve Siyonizm’e karşı savaştığının farkında olan şehidlerimizden biri olan Ömer Bilâl Akpınar, vasiyetinde yer alan şu sözleriyle, “Bedr’in Aslanları”nın izinde yürüdüğünü apaçık ortaya koyuyor:

“Bu savaş Haç ile Hilâl’in, İman ile İnkârın, Hak ile Batılın, Küfür ile Tevhid’in savaşıdır...”

İnancımız odur ki, insanımızın ruh köklerinde özel ve özendirici bir yere sahip olan Cihad ve Şehadet bilinci, millet ve ümmet olarak dirilip ayağa kalkışımızın da en önemli itici gücü olacaktır.

Müslümanların en belirleyici direnç ve dinamizm kaynağı olan “Allah yolunda Cihad ve Şehadet” aşkının en şahika örneklerini ise, ilk İslâm-Küfür savaşı olan Bedir Gazvesi’nde buluyoruz.

 

“Allah’ım! Onların Burunlarını Sürt!”

Bedir’de İslâm ordusu müşrik Kureyş ordusu ile ilk kez karşı karşıya gelmişti…

Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) arkadaşlarına baktı, İslâm ordusu üç yüz küsur kişi idi; Kureyşlilere baktı, onlar ise binden fazla idi...

Bütün hazırlıkları tamamlayıp bir gölgeliğe çekilmiş olan Peygamberimizi (s.a.s) koruma görevini, Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh üstlenmişti. Efendimiz (s.a.s), uzun uzun secdeye kapandıktan sonra üzerinde hırkası ve zırhı olduğu halde kıbleye döndü ve ellerini kaldırıp şöyle dua etti:

-“Allah’ım! İşte Kureyş! Kibir ve gururla Senin dinini ortadan kaldırmak için geldi. Sana meydan okuyor, Peygamberini yalanlıyor. Yâ Rab! Bana yapmış olduğun yardım ve zafer vaadini lütfet. Allah’ım! Şu bir avuç mümin yok olursa, bu günden sonra yeryüzünde sana kulluk edecek kimse kalmayacak. Allah’ım, Yarın sabah onların burunlarını yere sürt!”

Hz. Ömer (r.a) anlatıyor: Peygamberimiz (s.a.s) sürekli Rabbine dua ediyor, yardım istiyordu. Ta ki, hırkası omuzlarından düştü. Hz. Ebû Bekir hırkayı alıp Peygamberimizin üzerine attı ve onu kucaklayıp;

-"Ey Allah'ın Peygamberi, Rabbine bu kadar yakarışın yetişir, O sana va'dettiği zaferi verecektir" dedi. Bunun üzerine yüce Allah (c.c) şu âyet-i celileyi inzal buyurdu:

"Hani siz Rabbinizden yardım istediğinizde Allah bu çağrınıza, ‘Ben size ardarda gelecek bin kişilik bir melek ordusu ile yardım edeceğim' diye cevap verdi." (Enfâl, 9) 

“Arkalarını Dönüp Kaçacaklar”

Nihayet, Peygamber Efendimiz (s.a.s), zırhını üzerine giyinmiş olduğu halde çadırından dışarı çıktı ve Kamer sûresinin 45. âyetini oku­yarak ashâbını savaşa teşvik etti:

"Yakında o cemaat bozguna uğrayacak, onlar arkalarını dönüp kaçacaklar!"

(Bu âyet Mekke'de nazil olmuştu. Hz. Ömer der ki: ‘Bu âyet nazil olduğu zaman, kendi kendime: “Acaba hangi cemaat bozguna uğratılacak? Kime galebe çalınacak ola?!” demiştim. Bedir günü gelip de Rasûlullah’ın zırhını giyinmiş olduğu halde bu âyeti okuduğunu görünce, anladım ki, Yüce Allah meğer Kureyş müşriklerini bozguna uğratacakmış! Bu âyetin tefsirini o gün öğrendim!’) 

Zaten Yüce Rabbimiz, Kur'ân-ı Kerîm'inde Müslümanları kendi yolunda savaşa hep özendirmişti:

"Ey iman edenler! Toplu bir halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arkanızı dönüp-kaçmayınız! Tekrar çarpışmak için bir tarafa çekilenin yahut diğer bir fırkaya ulaşıp mevki tutanın hali müstes­na olmak üzere, kim öyle bir günde onlara arka çevirip-kaçarsa, o muhakkak ki Allah'ın gazabına uğramıştır. Onun yurdu cehennemdir. O ne kötü bir sonuçtur!" (Enfâl, 15-16)

“Ey iman edenler! Bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman, sebat ediniz ve Allah'ı çok anınız ki, umduğunuza kavuşasınız.” (Enfâl, 45)

Yine ashâb-ı kiram, Peygamberimizin (s.a.s) şu “yedi büyük günah”tan müminleri şiddetle sakındırdığını biliyorlardı:

"Allah'a ortak koşmak, sihir, haksız yere Allah'ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetimin malını yemek, düşman karşısında geri kaçmak, bir şeyden habersiz iffetli mümin kadınlara zina iftirasını atmak." (Buhari, Vasâyâ 23; Müslim, İman 145)

Konu ile ilgili bir rivayet de şöyledir: İmâm Ahmed der ki: Bize Zekeriyyâ İbn Adiyy... İbn el-Hasâsiyye Beşîr İbn Ma'bed'den rivayet etti ki, o şöyle dedi:

‘Biat etmek üze­re Hz. Peygamber’e (s.a.s) vardım. Bana şu şartları koştu:

“Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekâtı vermek, İslâm'ın haccı ile haccetmek, Ramazan ayında oruç tutmak, Allah yolunda cihâd etmek.”

Ben: “Ey Allah'ın elçisi Allah'a yemin olsun ki ben bunlardan ikisine güç yetiremem: Bunlardan birisi cihâddır; ikincisi de sada­kadır (zekâtı vermektir). Allah'a yemîn olsun ki benim azıcık bir ko­yunum ve on devemden başka bir şeyim yok. Bunlar da ailemin sürüsü ve binitidir” dedim. Allah Rasûlü (s.a.s) elini kapadı, sonra salladı ve:

-“Cihâd yok, sadaka da yok, o halde cennete ne ile gireceksin?” buyurdu.

Ben: “Ey Allah'ın elçisi, sana bîat ediyorum”, dedim ve bütün bunlar üzerine ona bîat ettim.’ (İbn Kesir Tefsiri, Enfal, 15-16. âyetlerin tefsiri)

İşte Allah ve Rasûlü’nün bu tür kesin buyrukları doğrultusunda canlarını ve mallarını Allah yolunda feda etmeye hazır olan ashâb-ı kiram, İslâm düşmanlarına karşı adeta aslan kesildiler.

Bedrin aslanlarından birinin öyküsü şöyledir:

Umeyr (r.a) Cennet’e Koşuyor!

Ramazan'ın 17. günü, Cuma günü, çok sıcak bir gündü. Güneşin harareti pek fazla idi. İki taraf, çarpışmak için birbirlerine yaklaşmışlardı.

Peygamberimiz (s.a.s), işaret vermedikçe Kureyş müşriklerine saldırmamalarını mücahidlere emrederek buyurdu ki:

-"Eğer Kureyş kavmi sizi sarar, kuşatırlarsa, onları oka tutunuz! Onlar sizi sarıp kuşatmadıkça, kılıçlarınızı sıyırmayınız!"

Sonra mücahidleri çarpışmaya teşvik etti ve şöyle buyurdu:

"Muhammed'in nefsi elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; bugün her kim sabır ve sebat ederek ve ecrini Allah'tan bekleyerek şu müşriklerle çarpışır ve öldürülür de geri dönemezse, Allah onu muhakkak Cennete koyar!

“Kalkınız! Genişliği göklerle yer kadar olan ve muttakîler [Allah'ın buyruklarını yerine getiren, yasakladıklarından sakınanlar] için hazırlanmış bulunan Cennete!” (Hadid, 21)

Efendimiz böyle buyurunca, Umeyr b. Humam (r.a):

-"Yâ Rasûlallah! Genişliği göklerle yer kadar olan Cennete hâ!" dedi.

Peygamberimiz (s.a.s):

-"Evet!" buyurdu.

Umeyr b. Humam (r.a):

-"Bak hele! Bak hele!" dedi.

Peygamberimiz (s.a.s):

-"Sana 'Bak hele! Bak hele!' dedirten şey nedir?" diye sordu.

Umeyr b. Humam (r.a) şu cevabı verdi:

-"Hayır! Vallahi, yâ Rasûlallah! Cennet ehlinden olmamı ummaktan başka bir maksadım yok!"

Peygamberimiz (s.a.s):

-"Öyleyse, sen onun ehlindensin!" buyurdu.

Bunun üzerine, Umeyr b. Humam (r.a), azık torbasından birkaç hurma çıkarıp yemeye başladı. Sonra da, kendi kendine:

-"Eğer ben bu hurmaları yiyinceye kadar yaşayacaksam, bu gerçekten uzun bir yaşamdır!" diyerek hemen elindeki hurmaları attı, şehit oluncaya kadar müşriklerle çarpıştı. (M. Asım Köksal, İslâm Tarihi).

Yazar: