5. Hicrete Hazır Mısınız?

* Abdülkadir MACİT

.

Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’de insanoğlunun daha ilk zamanlardan itibaren süregelen hicretinden bahseder. Bu hususta Hz. Adem’in cennetten dünyaya hicreti; Hz. İbrahim’in Harran’dan Filistin ve Arabistan’a hicreti; Hz. Yusuf’un Kenan diyarından Mısır’a hicreti; Hz. Musa’nın Mısır’dan Filistin’e hicreti ve Ashab-ı Kehf'in hicreti dikkate şayandır.

 “Her zahmette rahmet vardır”, “zorluk içinde kolaylık vardır” veya “karanlığın sonunda aydınlık vardır” hakikatleri gereğince şüphesiz peygamberlerin hicretlerinin sonrası imkan ve mükâfatlar ile dolu olmuştur. Bu mükâfat haberleri ile Rabbimiz aslında bizlere şöyle sesleniyor: Sen hicretini yap, sana Hz. Musa gibi Kızıldeniz’i yol yaparım; Hz. İbrahim gibi ateşe düşsen de orayı sana gül bahçesine döndürürüm, Hz. Yusuf gibi kuyudan ve zindandan kurtarıp seni vatanına hükümran kılarım, Hz. Muhammed gibi sadece Mekke değil tüm Arabistan’a muzaffer kılarım.

Dolayısıyla hicret, bu perspektifle okunduğunda kaçış değil yeni bir imkân arayışıdır. Ve tarih, hicretle elde edilen imkânları sarih bir şekilde gözlerimizin önüne serer. Bu minvalde İslam Tarihi’nde belli başlı 4 hicret yolculuğundan bahsedebiliriz.

Birinci  Hicret: Habeşistan’a Olan Hicret                                                                                      

Allah Rasûlü’nin izniyle 100 küsûr sahâbe hicret etmiştir. Bunlar arasında Hz. Cafer’in hicreti üzerinde durmamız gerekmektedir. Muhacir Müslümanların temsilcisi olarak vazifelendirilen 25 yaşındaki Hz. Cafer, 12 sene süren (616-28) bu görevini layık-ı vechile yerine getirmiştir. Bu süre zarfında baba Ebû Talib ve anne Fatıma vefat etmiş, kardeş Hz. Ali evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış, Mekke’den Medine’ye göç edilmiş vs. gerçekten önemli olaylar vuku bulmuştur.

Normalde bu olaylara iştirak etmesi gereken Hz. Cafer, Allah Rasûlü’nün vazifesini yerine getirmek üzere Habeşistan’da görevinin başından ayrılmamıştır. Ne zamanki Allah Rasûlü “gel” diyecek, o zaman dönecektir. Peki bu süre zarfında Hz. Cafer ne yapmıştır: Habeşistan kralı Necaşi’nin Müslüman oluşuna vesile olmuş, Mekke elçilerinin kirli tuzaklarını bozmuş, Müslümanların 12 sene selametle Habeşistan’da hayat sürmelerine öncülük etmiş ve Medine’ye sağ salim dönmelerini sağlamıştır. İşte görev bilinci ve örnekliği. Hz. Cafer aynı bilinç ve örnekliği Mute savaşında komutan olarak görevlendirildiğinde de sergileyecek ve şehit olarak Rabbine yürüyecektir. Bu yürüyüş bize şu hakikati ispat edecektir: Hayatı hicret içinde geçenin akibeti de şehadet ve cennet olur.

İkinci  Hicret: Medine’ye Olan Hicret

Bu sefer yeni imkânlar bulmak maksadıyla 186 aile, yaklaşık 500 kişi ile Mekke’den Yesrib’e hicret etmiştir. Bu hicretin sonucunda Medine’de Hz. Peygamberin öncülüğünde Müslümanlar 1000 kişi civarında bir sayı ile şehir nüfusunun %10’unu oluşturmuşlardır.

%10 oranı ile ilgili şu ayete dikkatlerimizi verelim: “Ey peygamber! Müminleri savaşa teşvik et! Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa inkâr edenlerden iki yüz kişiyi yener, sizden yüz kişi olursa bin kişiyi yener; çünkü onlar yaptıklarının bilincinde olmayan bir topluluktur(Enfâl, 65).

Âyet-i kerimede Rabbimiz 20 kişinin 200 kişiye yani 1 kişinin 10 kişiye galip geleceğinden bahsetmektedir. Diğer bir ifadeyle toplumun %10’luk kitlesi Allah’ın izniyle %90’a galebe çalabilir.

Sabahaddin Zaim Hoca hemen hemen her toplumda hayrın tesisi ve adalet için çalışan %10’luk, küfür ve masiyet için çalışan yine %10’luk bir kesimin varlığından bahseder. Toplumun kalan %80'lik kitlesinin de bunların çalışma ve gayretine göre şekillendiğini ve pozisyon aldığını vurgular. Muhammed Hamidullah merhum ise İslam Peygamberi kitabının insan karakterlerini tahlil ettiği bölümünde insan kişiliklerini 3’lü tasvirinde benzer bir durumdan bahseder ve %10’luk kesimin iman, amel ve eylem ile tezyin olduğunda %10’luk küfür ve masiyet ehlinin ifsadına mani olması, %80’lik grubu ise denetim ve eğitim ile yanına çekmesi gerektiğini zikreder. Bu gerçekleştiğinde ise toplumların dönüşümünden bahseder.

İşte Allah Rasûlü’nün öncülüğünde ashâb-ı kirâmın hicreti, toplamda %10’luk bir kitle olarak büyük bir gayret sergileyerek Yesrib’den büyük bir Medine-i fazıla ve medeniyet husule getirmiştir. Zira bu durumu açıklayan İlâhî hüküm âyette şöyle ifade edilmektedir: “Nice az topluluklar, çok topluluklara Allah’ın izniyle galip gelecektir.” İşte Allah Rasûlü öncülüğünde gerçekleşen bu hicret sonucunda Müslümanlar %10’luk kitle olarak ihlas, samimiyet ve azim ile günde 830 km², on senede 3 milyon km² fetih imkanına kavuşmuşlardır.

Üçüncü Hicret: Sahabenin Özellikle Hz. Osman Döneminde Fetih Coğrafyasına Hicreti

Hulefâ-i Raşidin döneminde fütûhâtın arkasında bir cihetten Allah’ın batılın birliklerini bozarak Bizans ve Sasani’yi birbirine kırdırmasının diğer cihetten sahâbe-i kirâmın samimiyet, ihlas, takva ve İslam’ı gönüllere ve topraklara ulaştırmak için hicretinin olduğunu unutmamak gerekmektedir. Nitekim, Mekke’de, Medine’de ve diğer coğrafyalarda medfun bulunan sahabenin oransal rakamları buna açıklık getirmektedir. 1000 civarında Mekke’de, 10.000 civarında Medine’de sahabe kabri bulunmaktadır.

Özellikle Hz. Osman döneminde sınır boylarına hicret eden sahâbîler, Allah Rasûlü’nden devraldıkları 3 milyon km² mirası 10 milyon km²’ye ulaştırmışlardır. Müslümanların bu dönemde zikrettiğimiz hicreti sayesinde husule gelen birinci ana akım fetih alanının bir kolu İspanya topraklarına, bir kolu Anadolu içlerine, bir kolu Hint sınırlarına, diğer bir kolu ise Maveraünnehir sınırlarına ulaşmıştır.

Esasen Dünya tarihini etkileyen en büyük olaylardan birisi mezkur üç hicretle meydana gelen İslam fütûhatıdır. Bu sayede 1000 yıllık Pers imparatorluğu yok olmuş, Bizans kadim havzalardan el etek çekmiş, paganizm tarihe gömülmüş, Zerdüştlük ortadan kaldırılmıştır. Dinler yeniden tarihte etken olmuştur. Harita yeniden düzenlenmiştir. Çin batıya ilerliyordu, ilerleyişi durdurulmuştur. Bugünkü sınırlarında kalmıştır.                                               

Dördüncü Hicret: Abbasiler Döneminde Türklerin Doğudan Batıya Doğru Hicretleri

Emeviler döneminde İslam’a giren Türklerin özellikle Abbasiler döneminde doğudan batıya doğru hicretleri İslam Tarihi’nde ikinci ana akım fetihleri beraberinde getirmiştir. Hatırlanacağı üzere Müslümanlar XI. asırda Haçlılar, ardından gelen Moğollar ile ciddi bir işgal tehlikesi yaşamıştır. Nitekim Haçlılar ile ikiye bölünen İslam dünyasının irtibatı kopmuş, Moğollar tam da bu kopuşun üzerine İslam dünyasının altını üstüne getirmiştir. Bu dönemden itibaren Müslümanlar işgale açık olan yönlerini revize etmiş ve işgalden gerekli dersi çıkararak güçlü merkezi devletler üretmişlerdir ki, Osmanlılar, Babürlüler ve Safeviler bunun tipik üç örneğidir. Bu üç büyük Müslüman hanedanlık, İslam medeniyetinin iktidar çağı olarak da niteleyebileceğimiz XIV. ve XVI. asırdaki hicretleri ile M. Hodgson’a göre neredeyse dünyanın büyük çoğunluğuna İslam’ın mesajını ulaştıracak noktaya/imkana erişmişlerdir.

Bu hicretin birinci kolunu Selçuklular ve Osmanlılar üstlenmiş ve Anadolu, Balkanlar ve Avrupa’nın belirli yerlerinin fethedilmesini gerçekleştirmişlerdir. İkinci kolunu ise Müslüman olan Moğollar üstlenmiş, onların güney ve güneydoğuya doğru gerçekleştirdikleri hicretler ile bugünkü Hindistan, Malay Adaları (Endonezya, Malezya vs.) ve kuzey bölgeleri İslamlaşmıştır. Hatta neredeyse bu hicret, Rusların İslamlaşmasını dahi gerçekleştirecek noktaya ulaşmıştır. 

Beşinci Hicret: Dünyanın Küresel Bir Köy Haline Geldiği Günümüzde Gerçekleştirmemiz Gereken Hicret

Allah Rasûlü, kendisini önceki peygamberlerden ayıran beş hususiyeti zikrederken bir yerde “Ben tüm insanlığa gönderildim” buyurmaktadır. Bu sözüyle üzerindeki vecibelerden birisinin İslam’ı tüm insanlığa ulaştırmak olduğunu belirtmektedir. Vefatından sonra bu vecibenin de ümmeti tarafından tüm insanlara ulaştırılmaya devam ettirilmesi gerektiğini ayrıca vurgulamaktadır. Esasen önceki tüm hicretlerin ana gayesi İlây-ı Kelimetullah olduğu gibi Allah Rasûlü’nün de hicreti şüphe yok ki bu maksatla olmuştur. Dolayısıyla ümmet-i Muhammed de bu vecibenin gereği tüm faaliyetlerini dünya sathını düşünerek yapmalıdır.

Bugün insanlık teknik aygıtların sunduğu imkânlar ile dünyanın en uzak yerlerine dahi günlük ulaşımı sağlayacak bir noktaya ulaşmıştır. Yani daha önce aylar süren yolculuklar artık saatler sürmektedir. Bizim kanaatimiz odur ki, bugünün en önemli cihadı kalem ve kâğıt (günün şartlarında bilgisayar ve teknik aletler) ile bilgi alanında gerçekleşmektedir. Bu cihadın gereği olan ilim yolculukları (rıhle) tebliğ faaliyeti çerçevesinde yapılmalıdır. Allah Rasûlü’nün ümmetine sorumluluk olarak yüklediği tebliğ ve hicret eylemi, yeryüzünün bugün en önemli ihtiyacıdır. Günün Caferleri, Selmanları, Fatımaları ve Aişeleri bu bilinç düzeyi ile hareket etmelidir. Bu maksatla muhtelif lisanlar öğrenerek yurt dışına gerektiğinde hicret edip İslam’ı tebliğ etmeli, insanlığa yeni imkânlar açarak kalp/gönül/akıl fetihleri yapmalıdırlar.

Bizim kanaatimiz odur ki, eğer bugün zulüm ve işgal yaygın ise, ayrıca büyük bedbahtlıklara muhatap isek ümmetin %10’luk ıslah ehlinin dahi az çalıştığındandır. Bir de Aliya’nın İslam Dünyasının gerilemesinin nedenlerinden birisi olarak belirttiği “Müslümanların dünyayı fethetme ve değiştirme talepleri”ni geri çekmeleri olsa gerektir.

İnsanlık her zamanki gibi hicreti gönüllerinde bir sevda olarak taşıyan ve eyleme dökerek insanlığa yeni imkânlar açan muhacir ruhlu yiğitlere ihtiyaç duymaktadır. Tüm bu açıklamalardan sonra soruyu yineleyelim:

5. Hicrete hazır mısınız?